Dünyada hiç kimse başkalarının yazdığı makaleler nedeniyle bunca yıl hapis cezasına çarptırılmamıştır.Işık Abi’nin bir röportajda söylediği bu cümle onun için yürütülen uluslararası kampanyaların sloganına dönüşmüştü.

Bu meslekte, kimimizin payına içerde olmak düşerken, mesleğini önemseyen kimimize de içerdekiler için çabalamak düşüyor. İçerdekiler için çabalamak demek; içerdekiler için çabalamanın çok ötesinde bir şey. O çaba, basın ve ifade özgürlüğü, dolayısıyla da ülkenin demokratikleşmesi çabası…

Işık Abi, Özgür Gündem’in sorumlu yazı işleri müdürü olarak çalıştığı 8 ay sonunda hakkında açılan 26 davadan toplam 20 yıl hapis cezası almıştı. Özgür Gündem’de yayınlanan, başkaları tarafından yazılmış, ama “sorumlu yazı işleri müdürü” olduğu için faturası “bölücülük propagandası” olarak ona da kesilen yazılar yüzünden.

Yazıların suçu ne, suç bu ülkenin ve yasalarının düşünceye tahammülsüzlüğü tabii.

O günlerde Işık Abi’nin bir kez bile şikayet ettiğini duymadım. Özgür Gündem’deki görevi de ifade özgürlüğünü önemsediği için kabul etmişti. Yıllardır gazetecilik yapıyordu ve özgürlükler konusunda hep aynı duyarlılığı göstermişti. 1980 öncesi Demokrat!’da çalışmıştı.

Hali ve tavrı ile onu hep İsmail Beşikçi’ye benzetmişimdir. Beşikçi bir bilim insanı olarak doğrularını söylemekten geri durmazken, Işık Abi de bir gazeteci olarak doğru bildiğini söyledi hep. Doğru bildiği gibi yaşadı. Mütevazı!

Ortaköy ne kadar havalı bir yeriyse İstanbul’un, onun Ortaköy’deki evi o kadar mütevazı idi. O mütevazılığa tezat, zengin ve bol keyifli sohbetler yapmıştık o evde. Mütevazılığı da, o hep yumuşak ve alçak tondaki sesi de Beşikçi gibiydi.

Son yıllarda yaşadığım en keyifli günler” dediği birkaç gün geçirmiştik Atina’da birlikte. Cezaevinden çıkışından hemen sonra.

Atina günlerimizden 3-4 ay önceydi galiba, Avrupa Gazeteciler Birliği’nin (AEJ) kongresi için Budapeşte’deydim. Işık Abi ve başka meslektaşlar içerde, Yaşar Kemal gibi yazarlar da yazıp söyledikleri bazı şeyler yüzünden topun ağzındaydılar. Bunları kınayan ve iktidarı özgürlükleri tehdit eden yasaları değiştirmeye çağıran bir önerge sunduk kongreye.

O önerge yüzünden de bir telefon aldık bizim elçilikten; “Orada Türkiye aleyhine kararlar alınıyormuş. Uyuyor musunuz” mealinde şeylerdi söylenen. “O kararlar Türkiye aleyhine değil, Türkiye’nin daha güzel bir ülke olması için, aldıran da biziz” gibisinden şeyler söyledik.

Eminim o gün hakkımdaki not defterine bir çentik atılmıştır, pek hayırlı bir vatandaş olmadığımı söyleyen.

Atina Havalanı’nda bizi karşılayanlar elimize Işık Abi’nin konuşmasına ilişkin davetiyeyi de tutuşturdular. “Kürt gazeteci Işık Yurtçu…” deniyordu davetiye de. Otuz’un üzerinde gazeteci; radyo, tv muhabiri röportaj talebinde bulunmuştu. “Işık Abi” dedim, “Kürt değilsin ama Kürt gazeteci olarak tanıtılıyorsun. Bu kadar röportaj talebi hayra alamet değil. Seni Türkiye ve Türk düşmanlığına malzeme etmeye çalışacaklar. Yunan medyasının bizim medyadan farkı yoktur. Sen bilirsin ama, istersen gel yeni bir konuşma yazalım sana.” 

Işık Abi kabul etti, otele gider gitmez odaya çıkıp ona yeni bir konuşma yazdık, “Yunanistan’a bu ilk ziyaretimin, Türk ve Yunan dostluğuna hizmet etmesini istiyorum” diye başlayan ve bütünüyle gazetecilik ve özgürlükler üzerinde duran, Türk ve Yunan medyasını karşılaştıran bir konuşma. Konuşmasını “Bu çerçevenin dışındaki soruları yanıtlamayacağım” diye bitirdi Işık Abi. Otuz röportaj talebi üçe düştü!

Akşam bir Yunan tavernasındaydık. Elçilikten arkadaşlar da vardı. Belki de bir felaket beklerken, beklediklerinin tam tersi olmuştu. Takılıp durduk onlara: “Birkaç ay önce Budapeşte’de devlet defterimize ‘hain’ diye yazmıştı. Siz de şimdi ‘vatansever’ notu düşersiniz. Ya bi karar verseniz, vatansever miyiz, hain mi?

Bir güzel insandı Işık Abi, hakkında devletin defterlerine düşülecek notlara aldırmadan doğru bildiğini söyleyen. Işıklar içinde yatsın!