Geçen hafta Emine Erdoğan’ın GATA’ya alınmamasının; hasta, hasta hakları ve insan haklarına aykırı olduğunu belirtip… Sonra da,

Geçen hafta Emine Erdoğan’ın GATA’ya alınmamasının; hasta, hasta hakları ve insan haklarına aykırı olduğunu belirtip…
Sonra da, Denizli Tabip Odası’nın düzenlediği “Ilımlı İslam ve Bilim” konferansının ardından… Cihan Haber Ajansı’nın yaptığı “Denizli Tabip Odası’nın düzenlediği konferansta dine hakaret edildi” başlıklı haberin… İslamcı gazeteler, televizyonlar, internet sitelerinde hızla yayılmasına değinmiş...
İslamcıların, her türden farklı görüşü nasıl da bütün Müslümanlara yönelik hakaret diye tanımlayıp… Sonra da “Din elden gidiyor” nidalarıyla saldırıya geçmelerine…
Ne diyeceğimizi, nasıl yorumlayacağımızı, ne yapacağımızı sormuştum.
•••
Bu arada, konuyla ilgili sıcağı sıcağına bir yazıya değineyim.
Görece bağımsız, hatta demokrat(ça) görüşleri ve duruşuyla diğerlerinden bir hayli farklı görünen… Başbakanlık eski Basın Danışmanı Ahmet Tezcan’ın iki gün önce Zaman’da yayınlanan… “Ali’siz Aleviler, Muhammed’siz Sünniler ve Alevi’siz çalıştay” başlıklı yazısı.
Yazıda…
Madımak Katliamı “Maraş gibi hâlâ müsebbibi meçhul hadiselerden Sivas Olayı” olarak tanımlanıp…
“O günlerde Sivas’ta Madımak’ın yakılmasına varan olayların başlangıcı sayılan Aziz Nesin’li toplantıyı düzenleyen Pir Sultan Abdal Derneği” ile Cem Vakfı arasındaki tartışma anlatılıyor.
Ve “Pir Sultan Abdal Derneği ve Dergisi etrafında toplananlar” için… Alevilerin fevkâlâde hassas oldukları herkesin malûmu olan “sapkın” tanımı, bakın ne kadar da rahat kullanılıyor:
“Bu arada Ali’yi, Muhammed’i ve Cafer-i Sadık’ı koparmadan Aleviliği ‘İslam Dışı’ saydıramayacaklarını fark etmişler, onların tarihi şahsiyetlerini inkar ederek, temelde bir Sünni tasavvuf yorumu olan Vahdet-i Vücud marifetiyle sembol şahsiyetlere dönüştürmüşler ve İran Şiilerinin Aliallahi adını verdikleri sapkın gruba yaklaşarak ‘Ali=Allah’ söylemine sarılmışlar.”
•••
Devam edelim.
28 Şubat’tan sonra aniden ricat edip geçmiş değerlerinden hızla vazgeçen… Nasıl ve ne yönde olduğu belli olmasa da kendini değişmek zorunda hisseden… İktidar olmak gibi güçlü bir ortak paydaya sahip olsa da bütünlüklü olmaktan uzak olan İslamcı hareketi tek bir tanımın altına koymak mümkün değil, tabii ki.
Ama hâlâ ve hâlâ temel referanslarını dinden alan… Dinin kutsallığının arkasına saklanan… Kendi toplum projesini açık olarak ifade etmek yerine siyasi rakiplerine arkasına saklandığı kutsalın diliyle saldıran...
Üstelik, kendi ifadeleriyle, “uluslararası konjonktür”ün, emperyalist düzenin yani, kendinden yana işlediğini bilen… İktidar olmanın avantajlarını uzun süredir elinde bulunduran ve kullanan bir siyasi hareketten bahsediyoruz.
Ve bu siyasi hareket, bir bütün halinde “faşist” olarak tanımlamasak da, güçlü bir faşist damar barındırıyor.
Ne zaman, nerede, kimi hedef alacağı belli olmayan… Her an, her yerde, herkesi hedef alma… Hedef haline getirme yüksek potansiyelini taşıyan…
Patenti başkalarına ait olsa da… Açıkça kullanmasa da… “Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız” zihniyetine hiç de yabancı olmayan bir damar.
•••
İşte bu damarla yüzleşmek.
Gericiye gerici dersem ulusalcı… Şeiatçıya şeriatçı dersem Ergenekon’cu… Mürteciye mürteci dersem darbeci mi olurum?... Kaygısı, endişesi, korkusuyla görmezlikten gelemeyeceğimiz bir yüzleşme.
Bütün bu kaygıların, endişelerin, korkuların bir gerçekliğe… Hiç yabana atılmaması gereken gerçek bir tehlikeye tekabül ettiğini bilerek yapmamız gereken…
Kaçınılması imkân dahilinde olmayan bir yüzleşme.
Sağdan, soldan… Sürekli olarak üzerimize gelmeye devam ediyor, çünkü.