İsrail’in Gazze’ye dönük başlattığı katliam her geçen gün dozunu daha da artırıyor. 31 Ekim’de Gazze’deki Cibaliye Kampı’na bombardıman uçaklarının 12 tonluk patlayıcı bıraktığını okuduk. Ölü sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Dünya devletleri değil ama dünya halkları Gazze’deki katliama giderek daha fazla ses çıkarıyor. Sadece mitingler değil, boykotlar hatta grevler de düzenleniyor.

Belçika’daki taşımacılık sendikaları, geçtiğimiz günlerde, İsrailli Elbit şirketine tedarik sağlayan Belçikalı işletmelerde greve çıktıklarını duyurdu. Sendikalı işçiler “Workers for a free Palestine” yani “Bağımsız bir Filistin için emekçiler” imzalı bir pankartla fabrikanın giriş çıkışını kapattı, mal tedarikini durdurdu. İşçiler, İsrailli firmayla anlaşmanın iptal edilmesini, aksi halde İsrail için üretim yapmayacaklarını bildirdi. An itibariyle Belçika’da Elbit şirketiyle anlaşması olan fabrikalar grev nedeniyle çalışmıyor.

BELÇİKA’DA OLUR, PEKİ YA TÜRKİYE’DE?

Peki böyle bir grev Türkiye’de olabilir mi? Bu soruyu cevaplamadan önce Belçika’ya ilişkin birkaç not bırakalım. Belçika’da işçilerin yüzde 54’ü sendikalı, yüzde 96’sı ise toplu iş sözleşmesi kapsamında bulunuyor. Kayıtdışı işçiliğin ölçülemeyecek kadar marjinal olduğu ifade ediliyor. Buna karşı Türkiye’de sendikal faaliyetler iktidar tarafından baskı altına alınıyor, sendikalaşan işçiler işten atılıyor. Türkiye’de grev hakkı 1963’ten bu yana yani 60 yıldır var. Fakat son 60 yılda greve katılan işçi sayısının en düşük olduğu yıl 2021 oldu. 12 Eylül şartlarında dahi, greve çıkan işçi sayısı bugünden fazlaydı. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu ITUC’un 2023 raporuna göre, işçi haklarının en kötü olduğu 10 ülkeden biri Türkiye. Fabrika önünde basın açıklaması yapmak isteyen sendika, biber gazı ve jopla durduruluyor. Sonuçta senikalaşma oranı yüzde 8,7’de kalıyor. Üstelik kamu çalışanlarını çıkardığınızda özel kesimdeki sendikalaşma yüzde 4’ün altına geriliyor. Belçika’da yüzde 96 olan toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçilik oranı, Türkiye’de yüzde 7!

Haliyle Belçika halkı, miting düzenlemekten, sosyal medyada İsrail’i kınamaktan fazlasını yapabiliyor, greve çıkıyor ve fabrikalarını İsrail için çalışmaktan alıkoyuyor. Bu durum bir diplomatik krize de neden olmuyor zira halk ayaklanıyor, devlet ne yapsın!

GAZZE’DEKİ BOMBANIN ÇELİĞİ TÜRKİYE’DEN

Erdoğan yönetimi, konu İsrail olduğunda mangalda kül bırakmıyor. O kadar ki, Gazze’nin kaderinin kendi iktidarına bağlı olduğunu, Erdoğan düşerse Gazze’nin Kudüs’ün düşeceğini halk kesimlerine anlatıyor. Fakat diğer yandan İsrail ile Türkiye arasındaki ticaret her geçen yıl artıyor. AKP’nin iktidara geldiği 2002’de İsrail ile Türkiye’nin toplam ticaret hacmi 1,41 milyar $ düzeyindeydi. 2023’ün henüz ilk 9 aylık verileri elimizde ve buna göre İsrail-Türkiye arasındaki ticaret hacmi 5,6 milyar $. Bu paranın 4,3 milyar $’ı Türkiye’den İsrail’e olan ihracat, 1,3 milyar $’ı ise Türkiye’nin İsrail’den gerçekleştirdiği ithalat. Yani İsrail’le Türkiye arasında ticari ilişkilerde Türkiye fazla veren ülke konumunda. İsrail’e ihracat rekoru da, 7 milyar 32 milyon $’la geçen yıl, 2022’de kırılıyor. Dahası, 2022 itibariyle Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı 10’uncu ülke konumunda İsrail. Bu haliyle, İsrail’e dönük ihracat, Çin’e, BAE’ne, Mısır’a hatta komşu Bulgaristan’a yapılandan fazla.

Erdoğan yönetimi konu İsrail olunca mangalda kül bırakmıyor ama Gazze’ye düşen bombanın çeliği Türkiye’den gidiyor. Evet, Türkiye’nin İsrail’e dönük ihracatında başı “Çelik” çekiyor. 2002-2022 yılları arasını değerlendirdiğimizde, İsrail’in en büyük çelik tedarikçisinin Türkiye olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin 2022’deki 21 milyar $ değerindeki toplam çelik ihracatında da İsrail yüzde 10’luk bir paya sahip. İsrail’e dönük ihracatta en hızlı artış da yine çelik sektöründe yaşanıyor. Türkiye Çelik İhracatçıları Birliği’nin verilerine göre Türkiye’den giden çelik İsrail için kritik önemde. Zira Türkiye çeliği, İsrail çelik ithalatının yüzde 65’ini oluşturuyor.

ÇELİK SEKTÖRÜ NEDEN BÜYÜYOR?

Peki neden çeliği Türkiye’den alıyorlar? Bu yalnızca İsrail’in değil, tüm Batı dünyasının tercihi. Çelik boru, inşaat çeliği gibi ürünlerin üretimi emek-yoğun bir faaliyet. Bu ürünlerin üretilmesi için teknolojiden daha ziyade ucuz emek gerekiyor. 20’nci yüzyıl teknolojisi ve ucuz emek bir araya gelince, Türkiye de çelik üretimine talip olunca, Batı dünyası için çelik üretmek gereksiz bir kaynak tüketimi olarak görülüyor. Böylece Batı, çelik üretimini Türkiye’ye bırakıyor, kendi kaynaklarını yüksek teknoloji gerektiren ürünlere kaydırıyor. Bu sayede Türkiye’nin çelik sektörü, inşaatın da beslemesiyle hızla büyüyor. 2004 yılında 20,5 milyar ton olan çelik üretimi, hem dış talebin artması hem de inşaat sektörünün büyümesiyle 2022 yılında 35,1 milyar tona yükseliyor.

Türkiye İsrail’e dönük bir ambargo başlatabilir mi? O Erdoğan’ın işi… Ama Türkiye’de enflasyona ve uzun çalışma saatlerine ezilen çelik işçileri, tıpkı Belçikalı işçiler gibi bir grev başlatabilir mi? Hayır, isteseler de yapamazlar. Çünkü sendikalı değiller, güvenceli değiller, iradeleri esir alınmış durumda. O da Erdoğan’ın işi…

Peki ne yapabilirler? İktidarın mitingine katılabilirler, öfkelerini Katar’a ait olan Starbucks dükkanlarından çıkarabilirler, McDonalds camlarını kırabilir, Coco Cola şişelerini dökebilirler. Bu esnada Erdoğan’ın rakiplerine siyonist diyebilir, Erdoğan’ın ümmetin lideri olduğuna inanabilirler. Ama Belçikalı işçilerin yaptığını yapamazlar. Çünkü iradelerini Erdoğan’a teslim etmiş durumdalar.

İşte İslamcıların büyük tutarsızlığı…