TÜİK’e göre Mart ayı işsizlik oranı geçtiğimiz senenin aynı ayındaki %9.7 seviyesinden %10,8’e yükseldi. Yine TÜİK’e göre 322 bin kişi daha işsizler ordusuna katıldı, işsiz sayısı 3 milyon 69 bin kişiye sıçradı. İŞKUR’a göre ise işsiz sayısı 758 bin kişi artarak 2 milyon 914 bin oldu, geçen yıla göre %35 artış gösterdi. “TÜİK’in resmi işsizlerinin %95’inin İŞKUR aracılığıyla iş aradığı” gibi kurgusal bir çarpıtmaya da ışık tutan iki resmi kurum arasındaki veri uyumsuzluğunu bir yana bırakırsak, resmi kanalları kullanmayan, çalışmak istediği halde “işsiz” bile sayılmayan, haftada örneğin iki saat çalışma gibi düşük ücretli ve güvencesiz kısa/geçici işlerde çalışıp iş arayanlar dahil edildiğinde DİSK-AR tarafından saptanan işsizlik oranına ulaşıyoruz: %17,5. Saklanan işsizliğe ışık tutması bakımından bu ayrım önemli.

Kadın işsizliği geniş tanımıyla %25’leri aştı, genç işsizlik yüzde 30’a dayandı. Bugüne kadar AKP’nin 13 yıllık iktidarı boyunca inşa edilen ekonomik modelin istihdamsız büyüme niteliği bugün yerini “durgunlukta yüksek işsizlik”e bıraktı. İki dönemin ortak özelliğinin de hem niteliksek hem de niceliksel anlamda emeğin, emekçinin payına bir nimet düşmemesi olduğu dikkatleri çekmeli, durgunluk koşullarının emekçilere keseceği ağır faturalar karşısında da uyanık olunmalıdır.

Nihayetinde, bugün artan işsizlik (i) hem geliri olmayanların sayısındaki artış (ii) hem üretim ve tüketimden dışlanan kesimlerin genişleyen nicel boyutu, (iii) hem de büyüyen işsizliğin daha güçlü bir tehdide dönüştürülerek güvencesiz ve vasıfsız çalışma biçimlerinin bir ikna aracı haline getirilmesi yönleri göz ardı edilmeden incelemeye muhtaç bir AKP sonucudur.

issizlik-teknik-degil-politik-bir-meseledir-52098-1.

Nitekim açıklanan resmi verilerce bir önceki yılın aynı dönemine göre başta tarım istihdamı olmak üzere sanayi ve inşaatta gerileme ilk göze çarpandır. İstihdamın artış yaşadığı tek iktisadi kol ise Hizmetlerdir. Meslek grubu kategorisinde incelendiğinde istihdam edilenlerin %75’inin Hizmetler sektöründe satış elemanı olarak işe yerleştirilmesi, aynı zamanda Türkiye’de tercih edilen ekonomik faaliyetin üretmeye, değer yaratmaya dönük değil, başkalarının ürettiği mal ve hizmetleri hızlı ve yoğun bir şekilde hanehalklarına tükettirmeye dönük olduğu gerçeğinin de altını kalın harflerle çizmektedir. Bu durum, geçen hafta burada kaleme aldığımız ilk çeyrekte üretimsiz büyüme durumunu da destekleyicidir. Bu yılın ilk üç ayında sanayideki sıfır büyüme ve tarımda gözlenen düşük büyüme, istihdamın sektörel eğilimini ve niteliksel yönünü ortaya koymaktadır.

Dikkat edilmesi gereken başka bir nokta ise Türkiye’de bugün işsizlikteki artışın, bir yanıyla hakim sınıfça hedeflenen düşük maliyetli emek gücünün oluşturulmasına da aracılık etmesidir. TÜİK verilerine göre herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmayanların oranı %35 iken kadınlarda bu oran %48’dir. Bu kayıt dışılığın geniş işsiz nüfusla birlikte istismar edilmesi ile birlikte düzen haline getirilen güvencesiz, enformel ve parçalı çalışma biçimi sonucunda da bugün 2 milyonu aşkın işçi taşeron olarak çalıştırılmaktadır.

Özetle bugün içinde bulunduğumuz koşulları iktisadi zeminde anlamaya çalıştığımızda vardığımız yer, sermayenin bugün “istikrar” bakışıyla da uyumlu olarak, işgücü maliyetleri ve çalışma standartlarının düşürülmesi üzerine kurgulanmış bir küresel entegrasyondur.

Sömürüden, eşitsizlikten, parçalamaktan beslenen bu düzeni aşmak için Marx’ın işaret ettiği gibi “anlama faaliyetinin ötesine” geçmeye adım atarsak başlayacağımız yer de bellidir… Plaza eylemlerinden son dönemlerdeki Reno-Tofaş-Ford ve daha nice fabrikaya sıçrayan direnişler, eğitim emekçisinden hekimine dek süren kamu emekçilerinin direnişi güçlü ama parçalı olarak karşımızdadır. Bu farklı statüler içerisinde bölünmüş, parçalı hale getirilmiş işçileri/emekçileri birleşik bir mücadele ekseninde bir araya getirecek bir siyaset acil bir görev olarak önümüzde durmaktadır.