CHP İstanbul Milletvekili Müslim Sarı, AKP’nin ekonomi politikalarının ciddi bir ekonomik bunalım yaratacağına dikkat çekerken, dış borcun kapanması için yeni borçlar alınacağını vurguluyor

İşsizlik ve kriz Türkiye’yi bekliyor

Ekonomide sıkışmalar artıyor, bir yandan enflasyon halka hayat pahalılığını dayatırken, diğer yanda derinleşen yapısal sorunlar ekonominin geleceğini daha karanlık bir noktaya sürüklüyor. Dünya ekonomisinde küresel krizle birlikte ortaya çıkan yeni eğilimleri, Türkiye ekonomisine yansımalarını ve AKP’nin güncel ekonomi yönetimini CHP İstanbul Milletvekili ve TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Müslim Sarı ile değerlendirdik.

»Kapitalizm krizini yaklaşık 7 senedir aşamıyor. Çeşitli çabalar izliyoruz; para politikalarında revizyon, sermayeyi rahatlatacak yapısal reformlar ve devletlerin yeniden yapılanması gibi. Kriz ve restorasyon çabalarının sonucu olarak nasıl bir dünya ekonomisi bizi bekliyor? Türkiye nasıl etkilenecek?
Küresel krizden hem gelişmekte olan ülkeler, hem de gelişmiş olan ülkeler etkileniyor. Gelişmiş ülkeler içerisinde bu krizden çıkabilen tek ülke ABD. Dünyada büyüme oranları düştü, özellikle avro alanında ciddi bir problem var, Japonya’da aynı şekilde, fakat ABD’de hızlı bir toparlanma görüyoruz. Ama netice itibariyle dünyada büyüme oranları aşağı yönlü revize ediliyor. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) için. Mesela GOÜ’lerde önümüzdeki dönem büyüme oranlarının yüzde 5’in altında gerçekleşeceğine ilişkin tahminler var. Burada bir başka veri daha söylersek, o da dünyadaki ticaret hacminin düştüğüdür. Yani ihracat ve ithalatların toplamının artış hızı, krizden sonra yüzde 12-yüzde 13’lerde iken bugün yüzde 3’lere kadar inmiş durumda. Dolayısıyla dünyada ülkeler arasında canlı bir ticaret yok. Üçüncü veri ise paranın yönüne ilişkin. FED 2013 yılında tahvil alım ihaleleriyle piyasaya likitide vermişti, ancak ABD’de hızlı bir toparlanma olunca bu yılın sonundan itibaren bu alımları sona erdireceğini ve önümüzdeki senenin ortalarından itibaren de faiz yükselteceğini biliyoruz.

SORUNLAR ORTAYA ÇIKACAK
Dolayısıyla dünyada para yeniden güvenli limanlara doğru dönüyor. Daha önce GOÜ’lere akan ve bu ülkelerin büyümesini finanse eden sermaye artık buralara değil, yeniden gelişmiş ülkelere gidecek. Bu çok önemli bir durum, çünkü GOÜ’lerin bütün kırılganlıkları ve bütün problemleri şimdi gün ışığı gibi ortaya çıkacak. Özellikle Türkiye gibi çok ciddi dış finansmana ihtiyacı olan ülkeler için bu çok daha önemli. Türkiye’nin vadesine bir yıl kalan borçlarının miktarı yaklaşık 170 milyar dolar. Bir yılda vadesi gelecek bu borcun. Dahası 50 milyar dolar da cari işlemler açığı vereceğiz, yani 220 milyar dolar toplam. Milli gelirimiz ise 800 milyar dolar. Kabaca milli gelirimizin dörtte birinden fazlasına dış finansman sağlamak için yeni borçlar bulmak zorundayız.

»
Hangi koşullarda bulacağız?
Pastanın giderek küçüldüğü koşullarda. Yani ödünç verilebilinecek fonların daraldığı konjonktürde. Eskiden bu pastanın büyüklüğü yaklaşık 2-3 trilyon dolar iken şimdi bunun 1 trilyon dolardan aşağıya indiği söyleniyor. Kısaca giderek küçülen bir pastadan giderek büyüyen bir finansmanı sağlamak zorunda ekonomi yönetimi. Bu da müthiş bir kırılganlık yaratıyor.

İYİMSERLİĞİN FAYDASI YOK
»Avrupa’da işsizlik, gelir adaletsizliği ve yoksulluk gibi ciddi sorunlar derinleşiyor. Ekonomi yönetimi ise Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) piyasaya salacağı kaynaktan medet umar durumda. Buradan salınan paranın Türkiye’ye faydası olur mu?
ECB’nin küresel piyasalara tahminen yıllık 400 milyar avro para vereceği söyleniyor ama bakıldığında ABD’nin buradan çektiği kaynağı telafi edecek bir rakam değil bu. Bu da, likitidenin daralacağı bir iklimin kaçınılmaz olduğunu ortaya koyuyor.
Avrupa’nın Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisine, ihracat açısından da bakabiliriz. İhracatın artabiliyor olması için bu ülkelerde ekonominin canlanması lazım. Avrupa’da büyüme oranları beklenildiği ölçüde canlanmadı. Ama şöyle bir umut var ortada, ‘işler kötü ve Avrupa Merkez Bankası piyasaya likitide verecek’. Tıpkı FED’in daha önce yaptığı gibi. Ama ECB’nin vereceği kaynak karşılamıyor dünyadaki likitide daralmasını. FED faizlerini yükselterek o kadar büyük bir parayı çekmiş olacak ki, bu 400 milyar dolar bunu telafi etmeyecek. İyimser bir hava estirmenin Türkiye ekonomisine gerçekte bir katkısı yok.


»Türkiye’nin enflasyon, faiz, işsizlik, borç ve de düşük büyüme gibi ciddi sorunları var. Bir yandan da Ortadoğu’da yeniden inisiyatif almak adına hızlanan savaşçı adımlar... Tüm bu sorunlar ve sıkışmalarla birlikte sizce para Türkiye’ye gelir mi?
En nihayetinde Türkiye ekonominin sürdürülebilirliği için bir finansman sağlamak zorunda. Bu finansmanın en büyük motivasyonu da faiz. Faizi yüksek tutarsanız para gelir. Ama hangi koşullarda? Sermayeyi kaybetme riski yoksa gelir. Avrupa’da Türkiye’ye para yatıranlar için “rule of law” söylemi öne çıkıyor. Yani hukukun üstünlüğü, kurallı ekonomi! Siyasi manipülasyona açık olduğu, bir sabah kalktığınızda şirketlerinize el konulabilen veya vergi müfettişlerini göndererek büyük cezaları önünüze konulabildiği bir ekonomiden bahsediyoruz. Yabancı yatırımcı için önemli olan faizdir evet ama daha önemlisi koyduğu ana parayı kaybetme riskidir.
Jeopolitik riskler ve ekonomideki yapısal kırılganlıklar tek başına yüksek faizle de kapatılabilir ama bugünkü gibi öyle bir noktaya gelirsiniz ki faize rağmen para gelmeyebilir.


İŞSİZLİK ARTACAK
»Bu tabloda tam olarak neler görüyoruz?
(I) Büyüme oranları düşecek. Türkiye, Cumhuriyet kurulduğundan 2002 yılına kadar ortalama yüzde 5 büyüdü. AKP iktidar olduktan bugüne kadar da ortalama yüzde 4,9 büyüdü. Tarihsel ortalamaya yakın bir büyüme söz konusu. Son üç yılda ise ekonominin büyüme ortalaması yüzde 3’lerde. Önümüzdeki dönemlerde de bu seviyelerde olacak. Sonuçta, ekonomi önümüzdeki birkaç yıl 0 ila 3 arası bir büyümeye razı olmak zorunda.
(II) Buna bağlı olarak işsizlik oranları artacak. 2012 yılının sonlarından itibaren işsizlik artış trendine girdi. Çift haneye yaklaştık. Önümüzdeki dönem büyüme oranlarının düşmesiyle daha da artacak. Türkiye’de her yıl 500 bin insan istihdam alanına giriyor. Bu işsizliğin sabit tutabilmesi için bile ekonominin en az yüzde 4,5-5 büyümesi lazım. Yüzde 3’lerde bir büyüme çift haneli işsizlik rakamlarını önümüze getirir.
(III) Çift haneli enflasyon. Artık enflasyon hedeflerinin hiçbir şekilde tutmayacağı ortada. Zaten OVP’de de neredeyse iki katı kadar revize edildi. Gelecek döneme ilişkin yüzde 5’lik hedeflerin de anlamı burada tamamen yitirilmiş durumda.
(IV) Ve elbette cari işlemler açığı. Cari işlemler açığının milli gelire oranı evet düştü ama hâlâ çok yüksek bir finansman ihtiyacını işaret ediyor. Kırılganlıkların da yüksek kalmaya devam edeceğinin buradan bir kez daha altını çizelim.
Dolayısıyla büyümenin düşeceği, işsizliğin ve enflasyonun çift haneli olacağı ve kırılganlıkların da artarak devam edeceği bir ekonomik tablo var önümüzde.


»Geçen haftalarda Orta Vadeli Program (OVP) açıklandı. Tüm bu ekonomik tablonun özetini burada pek göremiyoruz, revizeler var ama bu tabloya göre fazla iyimser kalıyor. Bu denli dışa bağımlı bir ekonomide Orta Vadeli Program’ın gerçekliği nedir?
OVP’ler büyük ölçüde piyasaya yön vermek adına kurgulandı. Hükümet, önümüzdeki üç yıla ilişkin nasıl bir beklentinin olacağını açıklıyor teoride. Normal koşullarda hedeflerin yüzde 100 tutması beklenmez elbette. Ama yakınsaması beklenir. Hükümet beklenti yönetiyor ve iyimser hedefler koyması kabul edilebilir. Ama gerçeklikle bağının kopmaması kaydıyla.

OVP’YE KİMSE İNANMIYOR
Öyle hedefler koyarsınız ki gerçekle ilişkisi olmaz, dolayısıyla o hedefi koymanızın da anlamı kalmaz. Örneğin enflasyonda olduğu gibi yüzde 5’lik hedef koyuyorsunuz, enflasyon yüzde 10’a dayanmış ve siz hâlâ hedefi revize etmeyeceğim diyorsunuz. Önceki OVP’deki hedeflerle bu seneki hedefler neredeyse aynı. Eh iki sene önceki Türkiye’de miyiz veya dünyada mıyız diye sorarlar.
OVP’de tutmayan hedeflerin aslında bir hesabı olmalı. İki şekilde bu hesap ortaya çıkıyor: Biri ekonomik olarak. Buradaki faturayı üstlenen işçiler emekçiler var. Aynı zamanda sizin ekonomiyi iyi yönetmediğinize dair bir algı ortaya çıkarsa buradan ‘yönetemeyen bir hükümet’ profili de ortaya çıkıyor. Yani diğer hesap ise politik sonuçlar. Tüm bu hesapları normal şartlarda ödemesi gereken hükümettir.


»Peki AKP bu hesabı ödüyor mu?
Öyle olması beklenir. Normal koşullarda ekonomide işler yolunda gitmiyorsa, ekonomiye ilişkin kötü bir yönetim söz konusuysa ve bu bir krize dönüşmüşse ya da bu ekonomide büyüme oranlarını düşürecek noktaya gelmişse bunun siyaseten bir karşılığı olması gerekir.

POLİTİK ÖNGÖRÜSÜZLÜK
»Peki OVP’de AKP bize ekonomiye ilişkin nasıl bir mesaj veriyor?
OVP’de kamu maliyesini saymazsak dört yönlü bir revizyona gidildi. (I) Büyüme hedefleri aşağı yönlü. (II) işsizlik hedefleri yukarı yönlü. (III) Enflasyon hedefleri yukarı yönlü (IV) cari işlemler açığı hedefleri aşağı yönlü. Bu revizyonlara baktığınızda bazıları çok fahiş. Yüzde 5 enflasyon hedefine karşın gerçekleşen neredeyse yüzde 10. Bu açık bir politik öngörüsüzlüktür.

»Hedeflerde bu türlü bir revizyon, AKP’nin politikalarında bir değişikliğe neden oluyor mu ya da AKP bundan ders alıyor mu?
Hayır. Şöyle bakıyor, İktidara geldiğimde ekonomi yangın yeriydi, kurtarmak için IMF ile anlaşma yaptım, üç yıl boyunca IMF destekli istikrar politikaları uyguladım, 2005-2008 yıllarında yeniden stand-by yaptım/IMF ile devam ettim, 2008’de IMF gitti ama IMF programına aynen devam ettim. “Babacan düzeni” dediğimiz 12 yıl boyunca devam eden bir düzen bu.
AKP “bunu daha ne kadar sürdürülebilirim?” çabasıyla yaklaşıyor meseleye. Tüm bu politika ve anlayışın içinde Türkiye ekonomisinin temel yapısal sorunlarını merkezine alan politika ve programları uygulamayı tercih etmiyor. 12 yıldır iktidarda olan bir hükümet neden doğrudan vergi reformunu yapmaz? 91 yıllık Cumhuriyet’te 12 yıl çok uzun bir süre ve bugün devlet alabildiğinden vergi alıyor. Her benzin, her pompa bir vergi dairesi gibi çalışıyor.


YOL AYRIMINDAYIZ
24 Ocak kararlarıyla başlayan  90’lar ve 2000’lerde devam eden ekonomik modelle hesaplaşmak zorundayız. Neoklasik iktisatla, onun paradigmasıyla hesaplaşmak zorundayız. Bu modelin çıkmazlarından kurtulmak, ancak radikal müdahalelerle mümkün. Bu modelin geldiği yer belli, düşük büyüme, yüksek borç, yüksek enflasyon. Bu modelin başına başka bir siyasi parti koysak da geleceğimiz yer bundan öte bir yer olmayacak.

»Bu yol ayrımını kaçırırsak, özellikle emekçi kesimleri nasıl sonuçlar bekliyor?
İnsanlar işsiz kalacaklar. Yeni istihdam havuzuna giren genç işsizlere iş veremeyecek bu sistem. Çünkü büyüme sağlanamayacak.
En fazla genç-eğitimli kitlelerin işsizliğine dikkat çekmek gerekir. Türkiye’de istihdamın ortalama eğitim yılı, işsizlerin ortalama eğitim yılından az. Eğitimi daha yüksek bir kitle var ama işsiz. Bu ekonomide sürdürülebilir bir şey olamaz. Buradan yüklü bir fatura gelecek. İkinci fatura ise enflasyon olacak. Diyelim ki enflasyon oranında emekçilere zam yaptınız, sadece ücreti koruyabiliyorsunuz. Büyümeden pay vermek bir yana, ücret seviyesi bile korunmuyor şu anki düzende.
Diğer bir taraftan siyasi faturası çıkacak önümüze. Tüm bunları salt ekonomik problemler olarak düşünemeyiz. Bu ihtiyaçlara cevap verebilecek siyasal organizasyonlara ihtiyaç var. Bu siyasal yapılar ise solun içinden çıkacaktır.


SOL İÇİN FIRSAT
Bu dönem sol için hem bir fırsat hem de bir zorunluluk. Bunu yapmazsak, faşizm gelir. Ekonomik krizler, ekonomik krizlerin mutsuz ettiği kitleler ve mutsuz ettiği kesimleri anlayamayan solun var olduğu dünya örneklerine bakın, hep romantik faşistler iktidara gelmiştir. Dolayısıyla bu karanlığı önlemek solun en önemli görevidir.