Google Play Store
App Store

Sonradan yaşının 65 olduğunu öğreneceğimiz ihtiyar adam sahneye çıkıp, gençlerden oluşan koro ve müzisyenler eşliğinde çok çarpıcı bir şarkı söylemeye başlıyor:

“Dinle kardeşim, ah kardeşim, Canım kardeşim! Kıyamet kapımızda / Davet var isyana / tanı artık düşmanını / Geçiyoruz zor zamanlardan / Sürüldük doğduğumuz topraklardan / Devir körlük devri / Çıkardı hepimizin gözlerini / Dürüstlük kabahat oldu / Baykuşu zannedersin tavuskuşu / Devler bebek misali / Bebeklerse dev gibi / Unutuluyor iyi olanlar / El üstünde tutuluyor hayırsızlar / Düşman yok ediyor bizi / Yine de düzüyoruz övgülerimizi / Tanı artık düşmanını / Tanı artık düşmanını!”


Sahnenin üst kısmındaki pankartta “Vadgaon Katliamı - Kültürel Protesto Buluşması” yazıyor. Demek ki burada bulunanlar, 18. yüzyılda Hindistan’ın Maratha bölgesinde İngiliz işgalcilere karşı verilen mücadeleyi anıyorlar. Halk ozanı, müthiş el hareketleri ve jestlerle şarkıyı sürdürüyor: “Siyah-beyazdır şeytanın rengi / Hayatın onun esiri / Yerken kötülüğün mermisini / Ölüm yükseltiyor sesini / Renkler oynuyor zarlarla / İşleri yok kurallarla / İnsanlık hücrede çürüyor / Yanıyor, parçalanıyor / Çok renkliyi tek renk yapıyor / Renksizi tek renk yapıyor / Renkler bozuluyor / Sahte görünüyor / Aptallaştırıyorlar seni / Ne kadar feda edeceksin kendini?! / Sık ormanlar / Paslı ormanlar / Dindar ormanlar / Kastçı ormanlar / Irkçı ormanlar / Milliyetçi ormanlar / Ölümcül bir gece vakti / Kaybediyoruz tüm hislerimizi / Yanıklar ve yaralar ellerimizde / Merhem derman değil derdimize / Tanı artık düşmanını / Tanı artık düşmanını / İlüzyonun sanrısı / Paranın mutlak iktidarı / İnsanın soyunu bozdu / O soyu 17 döle böldü / Açlık kanımıza işledi / Bu açlık hiç bitmeyecek mi? / Mutluluktur aradığımızın adı / Ama oraya çıkan tüm yollar kapalı / Bu bir curcuna / Evet kardeşim / Bu bir kargaşa / Evet kardeşim / Bu bir şamata / Haklısın kardeşim / Gösterişli AVM’ler / Evet kardeşim / Herkese bedava / Doğrudur kardeşim / Büyük yozlaşma / Aynen kardeşim / Büyük AVM’lerde curcuna / Büyük, büyük yozlaşma / Yozlaşma ve açgözlülük / Açgözlülük ve yozlaşma!”

Bu destansı şarkı daha uzayıp gidecek belli ki, ama o sırada polisler sahneye çıkıp müziği durduruyor, halk ozanı Narayan Kamble’yi tutukluyorlar. Yöneltilen suçlama, “Kanalizasyon işçilerinin intihar etmesi gerektiğine dair şarkı söyleyerek, bir kanalizasyon işçisini intihara teşvik etmek”...

2014 tarihli Court/Mahkeme adlı muhteşem Hint filmi, işte bu mahkeme sürecini anlatıyor. Aylarca süren duruşmalar sırasında, Narayan Kamble’nin Mumbai’nin Sitladevi varoşlarındaki o konserde aslında böyle bir şarkı söylemediği, hiç de intihara meyilli görünmeyen kanalizasyon işçisininse zehirli gazların etkisiyle öldüğü anlaşılıyor. Ama dava, Kamble’nin öyle bir şarkı söylediğini iddia eden fakat bir türlü mahkemeye gelmeyen tanıklara rağmen -ve onlar sayesinde-, savcılık makamı ve yargıcın özenli ısrarıyla sürdürülüyor. Bu sırada, sendikacı ve aktivist olduğunu öğrendiğimiz Kamble’ye karşı yeni davalar da açılıyor. Narayan Kamble, var olmayan suçlara dayalı ideolojik önyargılarla özgürlüğünden mahrum ediliyor.

Bu sırada Hindistan’ın toplumsal çelişkilerini de görüyoruz: Bir dedektif gibi çalışarak Kamble’yi savunan, serbest kalması için ilk kefaletini ödeyen, onu hastanede ziyaret edip ilgilenen eğitimli genç avukat, varlıklı bir ailenin oğludur. Kendisini bu tür zulüm davalarına adamıştır. Narayan Kamble’yi mahkûm ettirmek için ozanın nasıl azılı bir devlet düşmanı olduğunu kanıtlamaya çalışan Marathi milliyetçisi savcı ise tipik bir ‘ev hanımı’dır. Mahkemeden çıkıp eve giderken akşam kocası ve çocuklarına ne yemek yapacağını düşünür, ölen kanalizasyon işçisinin yaşadığı yerden hallice olan evinde ailesine hizmet eder.
Yargıç ise, kendisini bağırarak korkutup uyandıran çocuklardan birini sert bir tokatla cezalandırıp ağlatacak kadar sert ve otoriter bir karakterdir.

Aslında bu filmi, halk ozanı K’nin hikâyesini, olmayan bir suçtan dolayı yargılanıp akıldışı bir mahkeme sürecinden sonra feci bir sona mahkûm edilen Bay K’nin hikâyesiyle (Dava, Kafka’nın romanı ve Orson Welles’in 1962 tarihli filmi) karşılaştıracaktım. Ama o sırada, kendi yazıp kendi yönetip kendi oynayıp zorla izleten RTE adlı aktörün sürekli dönüp duran filminin yeni bölümüyle karşılaştık: “Soros Artığı Bay K, İstemediğim Büyükelçiler ve Bunu Onların Yanına Bırakmayacak Olan, En Büyük Harflerle BEN!”.

Öyle tuhaf günlerden geçiyoruz ki, Kafka bugün yaşasaydı, olan bitenleri olduğu gibi kaleme almak istemeyeceği için, Dava’yı yazmaya gerek bile görmezdi büyük olasılıkla...