Finlandiya’da ‘kahraman’ denince akla gelen isimlerden biri Simon Häyhä. Keskin nişancı Häyhä’nın kahramanlığı, 105 gün süren Kış Savaşı sırasında 700’den fazla Sovyet askerini öldürmesinden geliyor. Bu ölümcül kahramanlık anlayışı o kadar yüceltiliyor ki, Finlandiya’da  Häyhä’ya fazlasıyla benzeyen bir başka keskin nişancı anlatısı üretilmiş: Konuşlandığı noktadan 400’den fazla Sovyet askerini öldürdüğü için kahraman ilan edilen Sulo Koikka adlı bu askerin gerçekten yaşadığı bile şüpheli aslında.

Ama ‘kahraman’ dendiğinde akla ilk gelenin savaş ve çatışmalarda öldürme ve ölme konusunda ‘başarı’ya imza atanlar olduğu bir tarih anlayışında, Koikka’nın gerçekten var olup olmaması önemini yitiriyor. Yeterince öldürüp öldürmediği üzerinden yapılan bir hesaba göre, hepimizden daha çok ‘var’ Koikka...

***

Finlandiya sinemasının ilginç ürünlerinden Sisu’da (2022) tam da böyle bir ‘kahraman’la karşı karşıyayız; çekirdek çitler gibi patır patır adam öldüren, Kuzey Avrupa mitolojisi panteonundaki tanrılar gibi ölümsüz bir savaşçı -düşen bir uçaktan sağ çıkabilir, suyun altında balıklar kadar uzun kalabilir, bir gece boyunca asılı kaldığı darağacında hiç oksijen sıkıntısı çekmez, vd.

Böyle bir kahramanın var olabilmesinde, başta Valhalla (Viking şehitlerinin cenneti) inanışı olmak üzere mitolojik/dinsel anlatıların büyük etkisi vardır elbette. Ama sinemasal mitler evreni o kadar güçlü ki, aslında Valhalla’ya bile gerek yok; bol bol Rambo, biraz ‘yalnız kurt’ milliyetçiliği (bkz. Amerikan değerlerinin yılmaz savunucusu Chuck Norris’in 1980ler boyunca yaptığı filmler), biraz 300 Spartalı estetiği ve bolca John Wick, eşittir Kış Savaşı’nda Ruslara, 2. Dünya Savaşı’nın son günlerindeyse Nazilere kan kusturan Fin komandosu Aatami. Ve tabii ki, artık var olmayan bir ailenin sembolü olarak köpek...

Filmde Aatami’nin öldürdüğü Nazilerin hem yüzleri hem de sesleri öyle çirkin ve kötü ki, Yeşilçam aksiyon filmlerinde kahramandan dayak yiyen kötü adamlar bile yanlarında oyuncak bebek gibi kalıyor. Aslında, sürekli hırıltılı bir sesle konuşan bu çirkin ve kötü adamların yarattığı bir karikatür etkisi var, ama filmde sinemanın tüm olanaklarıyla alabildiğine estetize edilmiş öyle bir şiddet var ki, o Nazi karikatürleri arada kaynayıp gidiyor.

Özellikle Rambo etkisi çok dikkat çekici olan bu filmin de tıpkı prototipleri gibi politik amaçları ve buna uygun bir zamanlaması var. Reagan döneminde yapılan Rambo serisi, Amerikan milliyetçiliği ve dünya jandarmalığının başat anlatısıydı. İlk Rambo’da (1982), yeşil bereli ‘kahraman’ Vietnam gazisi John Rambo, dünyanın öbür ucunda yapılmış onca fedakarlığı anlamayan Amerikan kamuoyuna bir ders veriyordu. İkinci Rambo’da (1985) “Vietnam’ı terk ettiğimize bakmayın, biz hâlâ oradayız.” diyen Hollywood Genelkurmay Başkanlığı, üçüncü filmde (1988) Sovyet işgaline karşı Afgan mücahitlerin yanında savaşıyor, kısa süre sonra ortaya çıkacak Taliban’ın temelindeki mukaddes payını anlatıyordu. 

İşte Sisu’nun da böyle bir yapısı ve zamanlaması var. Sisu, Finlandiya’nın NATO üyeliği için Türkiye’nin onayının beklendiği günlerde yapıldı. Ama tek başına bu filmin NATO için bir pazarlama aracı olduğunu düşünmek yanıltıcı olur. 

***

Finlandiya Ekonomi Bakanı Junnila, yaptığı saçma ve çirkin bir Nazi esprisi nedeniyle geçen hafta istifasını vermek zorunda kaldı. Ama bu hassasiyet, ne yazık ki Finlandiya’nın sağ politik kaymasının yanında çok anlamlı değil. Finlandiya Nisan 2023’te hem NATO’ya üye oldu, hem de seçimlerde aşırı sağın zaferiyle şaşırttı. İşte Sisu, böyle bir dönemin ruhunu yansıtıyor.

Sisu, Fin milliyetçileri için güzel bir düştür belki, tek gözlü savaşçı tanrı Odin’e sunulan kanlı bir övgü... Ama dünya için olası bir kâbus zincirinin kültürel halkalarından biri olabilirmiş gibi geliyor bana... 

İskandinav mitolojisinde, tüm dünyaların ve öte dünyaların temelinde Yggdrasil bulunur: Hayat ağacı. Şimdi Yggdrasil’in yapraklarını sıkça kontrol etmekte fayda var; yeşilliğini koruyacak mı acaba, yoksa kararacak mı?