Cep telefonları ve cep telefonlarının kullanımı, bizleri yakınma dışında, gözleme de sevk etmeyi sürdürüyor. Hayretle izliyoruz: buluşan dört arkadaş, hatta bazen iki sevgili birbirleriyle konuşmadan mesajlarını indiriyorlar, Facebook’a giriyorlar. Aynı evdeki iki kişi telefonla haberleşiyor, vd.

Hepsi bir yana, kendilerini ilgilendirir diyelim, sinemada, tiyatroda ya da konserde o göz kırpıp duran cinlerini gene ortaya çıkarmaları insanı çıldırtıyor. Hadi, oyun/film/konser başlamadan önce hayat arkadaşlarıyla vedalaşmaları normal diyelim, ama antrakta kadar beklemeyip de peri ışıklarını karanlıkta yakmaları çekilecek şey değil. Doğrudan doğruya birisiyle konuşan cinsine de bir-iki kez tanık oldum. İnsanın içinden şahsın kafasına bir tane indirme, ya da âleti tuttuğu gibi yere çalma arzusu yükseliyor. Yanlış anlaşılmasın, biz de iyi-kötü cep telefonu kullanıyoruz.

Acaba dışarıda durum nedir diye merak ettiğim oluyordu. Dün New York Times’daki bir yazı dikkatimi çekti. “Shows for Days”in sahnelendiği Lincoln Center’da, mekân yöneticileri karanlık bir tiyatro salonunun Facebook mesajlarını kontrol etmek için ideal yer olduğunu düşünen kişilere karşı ne yapacağını bilemezken, Patti LuPone’un bir dinleyicinin cep telefonunu çevik bir hamleyle elinden alıvermesi, onu tiyatro terbiyesinin korunmasını isteyenlerin kahramanı yaptı. Altı yıl önce de Broadway’deki “Gypsy”de oynarken bir şarkıyı, fotoğrafını çeken birine haddini bildirmek için ortasında kesiveren LuPone, aklını kaçırmak üzere olduğunu söylüyor.

Yalnız da değil. Bir gösteri sırasında sessizliği bozan telefon seslerine engel olmak için “dördüncü duvar”ı kıran başkaları da var: Kevin Spacey, Hugh Jackman ve Laurence Fishburne gibi. Bazı yerlerde de her şeye rağmen dinleyicilerin anlayışına sığınılıyor. Square Theater’da, örneğin, “The River” başlamadan önce, o akşam oyunda rolü olmayan bir aktör sahneye çıkıp dinleyicilerden telefonlarını kapamalarını rica ediyor. Yönetime göre, bir oyuncunun ricası hayli etkili oluyormuş.

Tiyatronun çok tecrübeli genel müdürü Susan Frankel, telefoncuların bir kısmının tiyatroya sık gitmeyenler olduğunu söylüyor. Aralarında bakıcıya çocuk bırakmış olanlar, ya da hayran oldukları oyunculara yakın olmaktan heyecan duyanlar da varmış. Gene New York’ta besteci aktör Lin-Manuel Miranda, Public Theater’da “Hamilton” sahnelenirken mesaj yollayıp duran bir şöhreti eleştirmişti. Genel kanı, Madonna olduğu yolunda.

İki yıl önce vefat eden çok ödüllü İngiliz aktör Richard Griffiths da bir keresinde kendini tutamamış. Wyndham’s Theatre’da “Heroes”u oynarken bir telefon üçüncü kez çalınca, “Tamam mı?” diye sordu. “Yoksa daha da çalacak mı? Sonra da, “Bu cep telefonu kiminse lütfen salonu terk eder mi?” diye sordu. “Buradaki 750 kişi günlerini mahvettiğiniz için sizi mahkemeye verseler haklılar.” Suçlu çıkışa doğru usulca ilerlerken, herkes alkışladı.

James McAvoy da “Macbeth”te oynarken önlerden onu telefonla kaydeden birine, “Kapa şunu!” diye kükremiş. Bir rivayete göre de kayıt yok, adamın telefonu çalmış. Bir seferinde de aralarında konuşan içkili iki hanıma oyunun başlarında “Susun!” diye bağırmış. İkili sonradan uyuyakalmış diyorlar.

Ama ben en çok Booth Theatre’de “Hand to God” başlamadan önce telefonunun şarjını yenilemek için sahneye fırlayan 19 yaşındaki delikanlıyı seviyorum. Niye mi yapmış? “Kızlar bütün gün arıyor.”