George Floyd’un ırkçı bir polis tarafından öldürülmesi ve sonrasında yaşananların yoğun bir sınıfsal karakteri var. Ama ABD’de ırkçılık toplumsal ilişkilerin o kadar derinine sinmiş durumda ki, diğer çelişkiler kolayca görünmez hale gelebiliyor. Köleci sistemin kullandığı bir siyah boya var, her şeyi basit bir gösteri gibi sunuyor.

1830 yılında Thomas Rice adlı bir müzisyen, danslı gösterisinde Jump Jim Crow adlı şarkıyı söylerken bu gösteriye uygun olduğunu düşündüğü bir Jim Crow karakteri yarattı. Jim Crow anlaşılması zor bir İngilizce’yle konuşan, eğitimsiz, beceriksiz, tembel bir siyahi karakterdi. Jim Crow temsili, beyazların siyahlara bakış ve davranış biçimini o kadar net yansıtıyordu ki, siyahilerin çok acılı bir süreç sonunda yurttaşlık haklarını nihayet resmi olarak aldığı 1960lara kadar olan 130 yıllık dönem, bugün bile konuyla ilgili sosyal araştırmalarda ‘Jim Crow Dönemi’ (Jim Crow Era) olarak adlandırılıyor. Hatta siyahilerin beyazlarla aynı okula gitmesini, aynı yerde yemek yemesini, ulaşım araçlarında aynı koltuk sıralarında oturmasını engelleyen yasalar da ‘Jim Crow yasaları’ (Jim Crow Laws) olarak biliniyor.

O yıllarda siyahların bir beyaz etkinliğinde gösteri yapması kesinlikle kabul edilemeyeceği, hatta düşünülemeyeceği için Rice yüzünü siyaha boyayarak Jim Crow karakterine bürünüyordu. Bunun için bir tabağın içinde biraz şişe mantarını yakıp ezerek elde ettiği siyah boyayla yüzünü boyuyor, dudaklarının etli görünmesi için ya ağzının etrafını olduğu gibi bırakıyor ya da kocaman kırmızı dudaklar çiziyordu. 1950lere kadar hem Broadway oyunlarında hem de çok sayıda müzikal komedi filminde sunulan bu aşağılayıcı gösteri tarzına ‘blackface’ (karasurat) deniyor.

Beyazların köle varlığını gülünecek bir şeye dönüştürmelerini gerektiren bir dönem olduğu için, 1830lar boyunca bu ‘karasurat’ uygulaması farklı şekillerde taklit edildi. 1834’te George Dixon adlı bir müzisyenin yine yüzünü siyaha boyayarak canlandırdığı ‘Zip Coon’ adlı karakter kısa sürede Jim Crow’la birlikte anılacak denli güçlü bir stereotipe dönüştü. O kadar ki, ‘coon’ sözcüğü siyahilere yönelik hakaret sözlerinden biri olarak bugün bile dildeki varlığını koruyor.

ABD’deki ırkçılığın yol açtığı sorunlar hakkında en tutarlı ve sert anlatıları üreten yönetmenlerin başında gelen Spike Lee, doğrudan ‘karasurat’ meselesini anlatan Bamboozled adlı bir film yaptı. 2000 gibi nispeten yakın bir tarihte yapılan filmde, çalıştığı firmada kimsenin selamını bile almadığı siyahi bir TV program yapımcısı olan Pierre Delacroix’nın öyküsünü izleriz. Sürekli “Ben senden daha siyahım!”, “Ben zenciliği senden daha iyi bilirim!” diyen çirkef bir beyaz patronla çalışan Delacroix, istifa edip haklarını kaybetmek istemediğinden, kendini kovduracağını düşündüğü bir proje hazırlar: Sokakta gösteri yaparak geçinen iki siyahi gencin yüzlerini simsiyah boyayarak yapacağı bir danslı-müzikli gösteri, yeni milenyuma özel bir ‘karasurat’ gösterisi.

Böyle saçma ve çirkin bir işe imza attığı için kovulacağını ummaktadır ama yönetim baştan sona ırkçı aşağılamalarla dolu programı çok beğenir. Başta biraz tepki çeken program kısa sürede popülerleşir. Gerçi protesto gösterisi yaparak bu ırkçı programın yayından kaldırılmasını isteyenler de olur ama bunların hepsi ‘reklamın iyisi kötüsü olmaz’ mantığıyla algılanır. Bu arada Delacroix’nın giderek kendi varoluşuna yabancılaşan bir siyahi, tam bir ‘karasurat’ şovmeni olduğunu görürüz. Film siyahların siyahi ‘karasurat’lara, polisin de siyahlara yönelik şiddetiyle biter.

2000 yılında böyle bir filmin yapılıyor ve konunun hâlâ tartışılıyor olması, ABD’de yaşananların gerçek karakterinin ortaya çıkması için biraz daha süre ve bir bilinç değişimi gerektiğini gösteriyor. Köleci sistemin kullandığı siyah boya Jim Crow döneminde kalmamış çünkü, post-Jim Crow döneminde de sistemin tüm vahşiliğini bir gösteri gibi sunmayı sürdürüyor.