Bu ülkenin bilcümle rejim muhalifi, yazanı, çizeni, itiraz edeni, sorgulayanı, solcusu, sosyalisti, emekten ve özgürlüklerden yana insanı, halkın derdini dert edinip onlara ses olmaya çalışanı gibi, ben de dün sabah evden çıkarken bir kat daha tedirgindim.

Çünkü bir katil daha salıverilmişti sokaklarımıza.

Hani, Hrant Dink’in kullandığı o unutulmaz ve anlamlı cümledeki "güvercin tedirginliği" içinde yürüdüm, sabahın kör karanlığında.

Şöyle demişti Hrant:

"Kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim. Ama biliyorum ki, bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce..."

Tarif ettiği o tedirgin ruh hali, bir şekilde "biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz" diye iyimser bir "temenniyi" de içeriyordu Hrant’ın sözleri.

Ama temennisi gerçekleşmedi.

Vurdular Hrant’ı.

Alçakça, ensesinden 2 kurşunla.

Sevgili eşi o Rakel’in, cenaze günü yaptığı o yürek parçalayan konuşmasında kullandığı tabirle "Bir bebekten bir katil yaratan karanlıkta, faşist caniler şebekesinin" kiraladığı bir katilin eliyle, Şişli’de Halaskargazi Caddesi’nin soğuk kaldırımına düşürdüler bedenini.

∗∗∗

Katili yakaladıklarında(!) bile utanmadan "Aslanım... Yiğidim... Eline sağlık" şovları yaptılar. Adeta, bundan sonraki katillere "Rol Model" haline getirircesine.

Sonra, "lütfen" mahkûm ettiler katili.

Cezayı verirken, açıkça belli ettiler neden o çocuğu seçtiklerini. Ağırlaştırımış müebbet hapis cezası alacağı, yani ömrünün geri kalan kısmını hapiste geçireceği halde infaz oyunları, bürokratik hokkabazlıklarla sadece 16 yıl 10 ay yatırıp çıkardılar dışarı.

Çarşamba akşamı itibarıyla, hepimizin güvenliği artık 10 kat daha tehlikededir.

Aynı 1979 senesinde Abdi İpekçi’yi Nişantaşı’nda sokak ortasında gözünü kırpmadan öldüren bir başka faşist katil Mehmet Ali Ağca gibi.

"Yeterince yattı. O kadar da abartmayalım. Neticede bizim evladımız. Yabancı değil" duygusu ile.

Her siyasi cinayetin sonrasında, her terör eyleminin sonrasında, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Hrant Dink, Turan Dursun, Necip Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Cavit Orhan Tütengil, Doğan Öz, Tahir Elçi, Ümit Kaftancıoğlu cinayetlerinde hissettirdiklerini duyuyoruz şimdi, ta yüreğimizde.

Katiller sokakta, aramızda dolaşıyor ellerini kollarını sallayarak.

Belki de, bir sonraki kurbanlarının "enselerinde, nefeslerini" hissettirerek.

Bunun tedirginliği ile çıktım sokağa dün sabah.

Hepimiz, yani faşist katillerin potansiyel kurbanı sıfatını hakeden herkes.

Bir hayli kalabalığız aslında.

Ve ortak bir özelliğimiz daha var.

Faşist rejim o katilleri "masum", bizleri ise "suçlu ya da potansiyel suçlu" görmeye ve her fırsatta avazı çıktığı kadar, ağzından salyalar saçarak "teröristler, terör yandaşları" gibi sıfatlarla suçlamaya devam ediyor.

Bir yandan da memleketin dört bir yanındaki hapishaneler, bırakınız cinayet işlemeyi, hayatı boyunca şiddete karşı durmuş, eline ateşli silah değil, bir çakı bile almamış, yazıp çizmekten, konuşmaktan, düşünmekten ve itiraz etmekten başka bir uğraşı olmayan, bu memleketi ve bu halkı faşistlerden en az 1 milyar kat daha fazla seven insanlarla dolup taşarken. Memleketin her köşesindeki karakollar ve savcılıklar, sorgulanmak, ifade vermek üzere kapısında bizim gibilerin kuyruğa girdikleri mekanlar haline gelmişken.

Rejim, katillerini adeta pamuklara sarıp sarmalayarak sahiplenirken, bizlere hayatı zindan, dünyayı cehennem etmeye devam ediyor.

Can Atalay, TBMM’nin bir üyesi olduğu ve hayatı boyunca haktan, hukuktan, adaletten ve mağdurların sesi olmaktan başka bir şey düşünmediği halde, zindanda adeta çürümeye terkedilmek isteniyor.

∗∗∗

Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman gibi isimler hayatlarının geri kalan kısmını hapishanede geçirmeye zorlanıyor.

FETÖ’cü kumpas davalarının mağduru 70 - 80 küsur yaşlarında emekli askerler, "idam hükümsüz idama mahkum" edilip ölüme itiliyorlar.

Ama, katiller "Yok küçüktü, yok çocuktu, yok iyi halliydi, yok infaz hükmünden yararlanma vakti gelmişti. yok zaten fazla yatmıştı" gibi akıllara ziyan gerekçelerle aramızda dolaşmak üzere salıveriliyorlar.

Rejim, muhaliflerini bir bir toprağa, soğuk kaldırımlara "devirmek" için besleyip büyüttüğü kiralık katilleri kullanıp kullanıp tekrar sokaklara salmaktan geri durmuyor.

Faşizmin soğuk ve kan kokan yüzünü her gün bir kez daha yakından tanıyor ve her gün biraz daha iğreniyoruz.

Ama bir yandan da, şunu bilsinler istiyoruz.

Çocuk ya da yetişkin, hapishanede iyi halli ya da azgın, eli silahlı ya da başı külahlı, katillerinizin ya da potansiyel katillerinizin hiçbirinden korkmuyoruz.

Evet, sokakta yürürken aynı Hrant’ın yaptığı gibi, iki adımda bir hep omzumuzun arkasına bakarak bir "güvercin tedirginliği" içindeyiz.

Evet, Samast’ların. Ağca’ların ve türevlerinin, ne zaman nereden, nasıl karşımıza (ensemize) çıkacaklarını merak etmiyor değiliz.

Ama, yemin ve şart olsun ki, korkmuyoruz.

İster, 3 - 5 sene yatırıp salıverin, ister yenilerini yetiştirip, görevlendirip, ellerine tutuşturduğunuz ölüm makineleri ile yollayın üzerimize, zerre kadar korkumuz yok bu katillerden.

Ölenler öldükleri ile kalmayacak.

Biz de, bu güzelim ülkeyi ve dünyayı faşist katillere ve onların faşist kuklacılarına bırakmayacağız.

And olsun.

O yüzden, 16 yıl önce olduğu gibi tekrar haykırıyoruz.

"Hepiniz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz."