Tarihin öyle dönemleri vardır ki, hani şu meşhur “Ol ya da öl” sloganı ile karşı karşıya kaldığımız anlardan ya da günlerden söz ederiz. Kişisel, kurumsal, ulusal ve küresel düzeyde bu tür dönüm noktalarını yaşarken, aslında bundan sonraki yaşamımızla ilgili, hattâ bundan sonra bir yaşamımız olup olmaması ile ilgili önemli bir karar aşamasındayızdır.

Tarih, yani hayatın akışı (isterseniz ‘kader’ deyin) kimi zaman bir insan, bir kurum, bir ülke veya daha da ötesinde tüm insanlık için bu tür yol ayrımlarını, bu tür karar fırsatlarını, ya da daha da yalın bir tanımlamayla “kavşakları” kimi zaman topluca sunar bizlere.

İçinde bulunduğumuz günler de, her düzeyde bu tür bir kavşakta karar için beklediğimiz bir zamanı simgeliyor.

∗∗∗

Ortadoğu’ya bakın meselâ...

Belki de, Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra dünyanın 2 numaralı “Haydut Devlet”i tanımını hakeden İsrail’e karşı bugüne kadar görülmemiş etkide bir askeri saldırı başlatan Hamas’ın 7 Ekim çıkışı, bölgede yepyeni bir durumun oluşmasına zemin hazırlayacak bir “kavşağı” simgelemiyor mu? Bu kavşakta herkesin alacağı tavır, hem bölgenin hem de dünyanın geleceğine dair bir katkı yapmaya aday görünüyor. İsrail, zaten öteden beri yapmak istediğini yaparak “Gazze’yi yerle bir edip, oranın halkını elindeki bu iki karışlık toprak parçasından da sürerek, işgali daha da genişletecek” midir? “Ortadoğu’nun “Emperyalist maşası” İsrail’in “ebedi hâmisi” durumundaki ABD, şu anda yapmaya hazırlandığını gördüğümüz gibi, bu barbarlığı kayıtsız – şartsız destekleyip utanç dolu tarihine bir kara leke daha ekleyecek midir?

Bölgenin ve dünyanın tüm yönetimleri, ABD – İsrail ikilisinin sahneye koymakta olduğu bu rezil oyun karşısında elleri kolları bağlı oturmayı mı tercih edecekler, yoksa Filistin halkının iyice haritadan silinmesine karşı seslerini yükseltmeyi ve bu “haydut ikili”yi durdurmanın bir çaresini düşünecekler mi?

Yakın zamana kadar bu konuda sahte de olsa sesini yükselten ve Filistin halkının “haritadan silinmesine/denklemden çıkarılmasına tepki gösteren” yönetimler bile sanki “denk – eşit” devletler savaşıyormuşcasına, (terörü – sivil katliamlarını kınama bahanesiyle) “İki tarafa da itidal” çağrısında bulunuyorlar. Hamas’ın, asla savunulamayacak bir şekilde sivilleri hedef almasını, “koca bir halkın ortadan kaldırılmaya çalışılması (soykırım diyelim mi?) ile bir tutmak değil midir bu?

Dünya için ve bölge için çok önemli bir kavşakta, herkesin bu hesapları çok iyi düşünüp yapması lazım. Emperyalizmin ve faşizmin en az 1930’lardaki 40’lardaki koşullarından daha mı az vahim bir durumdur, bugünkü?

Gelelim daha yakınımızdaki, daha doğrusu kendimizi son derece hayati biçimde ilgilendiren kavşağa...

Seçim öncesinde yazdığımız pek çok makalede, “Bundan önce de Türkiye’nin tarihindeki en önemli seçim ifadesinin kullanıldığını, ama bu kez (ucunda ölüm olmasa da) gerçekten önemli bir yol ayrımında bulunduğumuzu, Cumhuriyetimiz’in bildiğimiz anlamda var olma ya da başka bir şeye evrilmesi anlamında bir tercihten söz ettiğimizi” vurgulamıştık. 14 – 28 Mayıs seçimlerinde göstere göstere ve utanmazca bir “hile ve hud’a” ile de olsa kazanarak, mevcut rejimin mührü elinde tuttuğu gerçeğini yaşıyoruz. Buradan aldığı güçle, ve ülkenin sağcı – gerici – faşist göçlerini sağlarına katarak, yani “Karşı Devrimi” tahkim edip daha da ileri giderek, Anayasa değişikliği ile, bu ülkeyi “Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” olmaktan iyice çıkarmanın hazırlıkları içinde görülüyor.

Burada, toplumun özgürlüklerden, laiklikten, demokrasiden, haklardan, hukuk ve adaletten yana tüm güçlerine tarihi bir görev düştüğü ortadadır. Çareyi, (maalesef kimsenin pek umurunda olmadığını gördüğümüz için) belki bir milyon kez hatırlattık ama bir kez daha zikretmek gerekiyor:

Demokrasiye, yani tehlikede olduğu kesin, yukarıda yan yana sıraladığımız tüm kavramlara sahip çıkmaya kararlı herkesin aynı safta yer alması ve faşizme geçit vermemek üzere örgütlülüğünü ve eylemliliğini gözden geçirmesi tarihi bir görev olarak önümüzde duruyor.

∗∗∗

Bu kritik kavşakta, birbirinin gözünü oymaktan, birbirine çelmek takmaktan, birbirini denklemden çıkarmaktan, ne pahasına olursa olsun koltuk ve konum mücadelesi yapmaktan başını kaldırıp da, bu “göreve” sahip çıkıp çıkmamak, “teorik olarak bu safta saydığımız güçlerin” tarihi bir kararı olacaktır.

Bu kavşağın anlam ve önemini, tarihsel bağlamdaki “yakıcı” gerekliliğini anımsatma ve hem bilgilendirici hem de yol gösterici olma durumundaki medyanın omuzlarında da özel bir misyon olduğunu söylemeye bile gerek yok. Bizler de, gazetesi ile, dergisi, ajansı, radyosu, televizyonu ya da tek tek bağımsız yurtsever ve demokrasiye bağlı gazetecisi ile bu sınavdan yüzümüzün akıyla çıkmalıyız.

Bunun için, cesaretimizi kırmalarına, bizleri sindirmelerine etkisizleştirmelerine asla fırsat vermeden ve boyun eğmeden, işimizi layıkıyla yapmak, gerçeklerin peşinden ayrılmamak, göğsümüzü antidemokratik baskılara siper etmek, kendi adımıza bu kavşakta doğru karar anlamına gelecektir.

Vazife büyük ve ağır.

Ama imkânsız değil.