Kimselerin ona giydirdiği gömleği giymeyen eşsiz bir şair, ‘ince’ bir kız, kendi çocuklarıyla birlikte başka çocuklara da analık eden Gülten Akın artık aramızda değil, ne yazık. Haydar Ergülen’in Can Yayınları’ndan çıkan kitabı “Onların Dilini Giyinmeyen Bir Şair”, Akın’ın en önemli özelliklerinden birine işaret eder. Ama zaten Ergülen’in gözünde Gülten Akın çok başka bir şairdir: 12 Mart günlerinde lise öğrencisiyken tanımış onu. “Akrabası olan bir arkadaşımla onu görmeye Türk Dil Kurumu’na gitmiştik, hayatımda ilk gördüğüm şair Gülten Akın’dır. O yüzden akraba sayarım kendimi onunla.” (İnce kız: Gülten Akın)

Onun varlığının sıcaklığına sığınıp oturmuşuz biz de. “Gülten Akın mı? En iyisidir...” Burada nasılsa, sen acına dayanamasan da o senin için çeker. “Aşkla karıştırmıştır, aşkla karşılamıştır her şeyi” diyor Haydar. “Sessizlik, sakinlik, sabır, sevgi, samimiyet, sözünün sahibi olmak ve onu bunca yıldır eğilip bükülmeden taşımak bir aşk hüneridir çünkü.”

Vivet Kanetti de kendisini en fazla büyüleyenin onun “kâh hayranlık, kâh adlandırma ihtiyacı ve daha nice dürtüyle dikilmiş gömleklerin hiçbirine sığmayışı” olduğunu söylüyor. Gömleklere sığmaz, doğru, ama herkesin ruhuna girmenin ustasıdır. “Kendini biricik / Sanan kadınlar”dan olmadı hiç. Bacıydı, hem de Bacıyan-ı Rum geleneğinden...

Gerçekten de onun bunun gömleğini giymedi. Sığmadı üstüne. Başka şeylere dertlendi. İkinci Yeni’nin kalıbından çıkıp insanların, halkın dertlerini dert edindi, paylaştı. Kaymakam olan eşinin görevi nedeniyle ilçe ilçe dolaşmıştı zaten, beş de çocuk büyütmüştü.“ Ülkem dilim oldu, ben böyle kaçak / onların dilini giyinmiyorum / soyunmuyorum / şiir söylüyorum dışardan dışardan.” Hem de en içinden. Mahpushane kapılarında bekleyen anne, başka evlatların da direnişlerini destekledi. Mayıs’ta Kitap-lık”a kendi deyişiyle “karaladıklar”ında anlatıyor: “Ben yoktum / Ben hiç yoktum / Elden ne gelir / Gitsemdi kalsamdı / Köle / Çocuklardan / Çocuklarla kaldım / Korudum kolladım birer birer uçtular / Cezaevleri mi hastaneler mi”.

Kitap-lık’ın Mayıs-Haziran sayısına şiir sayfasına koyulmaması koşuluyla yolladığı “Sözler”den biri de şöyle: “Ahparig / Boylu boyunca / Yatırıldığın yer / Ömründe tek dinlenceydi / Dünyaya baktın ilk kez / Duru kaygısız / Soluğun bile ağırdı / Bıraktın gitsin / Ahparig.” Siz şiir değil diyorsanız, peki, değildir Gülten Hanım.

Birçok dile çevrilen ödüllü-ödülsüz şiirlerin sahibesi, Milliyet gazetesinin anketiyle Dağlarca’nın ölümünden sonra yaşayan en büyük şair seçildi. Bundan da pek hoşlanmamıştı. Ben onu en çok, son yıllarında Zaman gazetesinin yaptığı söyleşinin bir bölümüyle hatırlarım. Kırk yıla yakındır Burhaniye’de oturan, bazen kışları da burada kalan Akın’ın anlatışından:

“Evler arasında küçük bir ev, veranda kocaman, önünde güller ve güller. Yazlık için yapılmış kooperatif evleri. Yazın gelenler çekilince bomboş. Soba, odun, kömür filan. İsteyerek katlandığım tek iktidar, sobanın iktidarı. Telefon dışında iletişimin olmadığı, seçilmiş bir ilkellik. Tavla oynuyoruz, yenilerek arada bir de yenerek. Seksenlerinde iki kişi. Arada bir iki dize yazıyor, onu bir yerlerde unutuyorum. Bulduğumda seviniyor, tamamlamaya uğraşıyorum. Çocuklarımız arıyor, ülkenin ve dünyanın acıları arasında küçük soluklanmalar, onlar hep iyi haberler vermek istiyorlar. Dertlerini çoğu kez saklayarak… Kötü haberleri müjde gibi ulaştıran bir eski televizyonumuz da var.”

Tabii Gülten Akın adı telaffuz edilince, “Ah kimselerin vakti yok / durup ince şeyleri anlamaya” da geliyor akla. Onun için İnce Kız’dır, ama bir tek o değildir, bir tek onunla tarif edilmemelidir. Çünkü bu memleket kadınları için onlara cesaret veren şiirleri daha da önemli:

Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi / Bir şeycik olmadı - Deneyin lütfen - /
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım / Günaydın kaysıyı sallayan yele / Kurtulan dirilen kişiye günaydın.”