Bu yazı yazılırken henüz herkesin merakla beklediği ve Kıbrıs’ta sürecin bundan sonra nasıl ilerleyeceği konusunda belirleyici olacağı düşünülen BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un Kıbrıs Özel Danışmanı Alexsander Downer’ın açıklamaları gelmemişti. Liderler arası müzakerelerin devamı konusunda BM’nin tavrının ne olacağı ve Rumların 1 Temmuz’dan itibaren AB dönem başkanlığını almaları beklenirken, Kıbrıs’ta sürecin artık eskisi gibi devam edemeyeceği tartışmaları ve B Planı söylentileri de dillendirilmeye başlamıştı. 

Downer’in bugün söyleyecekleri ve BM’nin tavrı ne olursa olsun; bu tavır Türk tarafındaki toplumsal/siyasal aktörlerin mevcut pozisyonları çerçevesinde değerlendirilecek ve karşılık bulacak. Bu konuda belki de en belirleyici aktör olan Türkiye’yi şimdilik bir kenara bırakıp; Kıbrıslı Türklerin B Planı ve yarından sonraki gelişmelere yaklaşımına bakalım. 

Kıbrıslı Türklerin hemen tümü açısından Annan Planı ve Rumların bunu reddiyle yaşanan gelişmelerin, Rum tarafında çözüm arzusu olmadığı düşüncesini pekiştirdiği söylenebilir. Bu genel algı, yeni plan arayışlarına da uygun bir zemin sunuyor. 

Ancak, Türkiye gazetelerinde yer alan B Planı haberlerine karşı, hem KKTC Dışişleri Bakanlığı’nda hem de Başbakan İrsen Küçük tarafından söylenen, resmen böyle bir planın varlığından kimsenin söz etmediği. Öte yandan, görüşmelerin de sonsuza dek bu şekilde süremeyeceği de vurgulanıyor.

Bu, aslında, iktidar partisi ve başat siyasi aktör UBP’nin de yaklaşımı. Bu çevre, 1 Temmuz’da AB dönem başkanlığını alacak olan Rumların görüşmelere olan ilgisini tamamen yitireceğini düşünüyor. Kendilerinin de pek ilgili oldukları söylenemez.

Başbakan Küçük, B Planı soruları karşısında “Türkiye’nin bir ilhak niyeti olmadığını” vurgulayarak, Kuzey’de bağımsız bir devletin Güney’den daha güçlü olabileceğini, Türkiye’den gelecek suyun adanın ekonomisini ve turizmini geliştireceğini, Türkiye hızla büyürken Yunanistan ve Rum tarafının ekonomik olarak gerilmekte olduğunu söylüyor.

 

Maraş’ın açılması konusunda ise, orada üçüncü ülke ve Rum sermayesi olması nedeniyle, bu aşamada açılmanın erken olacağını, güven artırıcı önlemler olmadan da mümkün olmadığını söylüyor.    

 

Maraş’ın açılmasını resmen ilk kez gündeme getiren eski cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat da, bu önerisinden nasıl vazgeçtiğini anlatırken; “Orası bütünüyle Rum nüfusun olduğu bir yer. Türk yönetimi altında açıldığında, her gün orada protesto gösterileri olsa nasıl müdahale edeceğiz” gibi pratik bir soruna vurgu yapıyor.

Serdar Denktaş ve onun Demokrat Partisi artık işlerin eskisi gibi yürümeyeceğini savunanlardan ve bunun bir referandumla halka sorulmasını öneriyor. Halk hayır bu görüşmeler eskisi gibi sürdürülemez derse, Kıbrıs sorununda çözümün yeni parametrelerinin ne olacağı konuşulmaya başlanacak.

Denktaş’a göre, Türkiye ile serbest ticaret yapmaya ve mallarını 75 milyonluk Türk pazarına satmaya başlasalar, adanın sorunları büyük ölçüde çözülecek. Ancak, yeni parametrelerden söz ederken, Denktaş da “ilhak”ı reddediyor. “Burada devletimizi kurduk, dünya tanımasa da biz buradayız. İlhakı şiddetle reddederiz” diyor. 

Merhum Denktaş döneminin Dışişleri bakanlarından ve Annan Planı’nı imzalamayı reddetmeyi kariyerinin en anlamlı işi olduğunu söyleyen Demokrasi ve Güven Partisi lideri Tahsin Ertuğruloğlu net konuşuyor: “Bu iş böyle devam etmez. Bu gidişle 500 yıl görüşülse de çözülmez. İki devletli bir çözüm olmalı. Adada iki millet var. Kıbrıs halkı diye bir halk yok. Kıbrıs dini diye bir din, Kıbrıs dili diye bir dil yok.Ertuğruloğlu Kosova ya da Abhazya türü bir tanınmayla başlanabileceği görüşünde. 

Birleşik bir çözümden yana aktörler açısından ise UBP’nin, Denktaş’ın ya da Ertuğruloğlu’nun istediği adanın taksimi. Oysa taksim, sosyo-ekonomik sorunlarına, dünyadan izole durumlarına ve sürekli yaşamakta oldukları beyin göçüne çözüm olmayacak. Tersine bu sorunları derinleştirecek. 

 

Devam edeceğiz.