Yüzde 4 olarak açıklanan üçüncü çeyrek büyümesi, kaynaklarına bakıldığında nicel anlamda ortalamadan sapmayan, niteliksel olarak ise diğer dönemlerin de gerisine düşen bir eğilimi ortaya koyuyor.
Üretim yönünden bakıldığında sanayinin katkısı yüzde 1,5 olurken, tarım ve finans ağırlıklı hizmetlerin birlikte yüzde 16 katkısı bulunuyor. Finansın tek başına büyüme hızı neredeyse yüzde 14. Katkısı ise 1,73, yani sanayinin üzerinde. Özetle sanayisiz, spekülatif ve borca dayanan büyümenin tüm yıkıcı sonuçlarına rağmen ısrarla sürdürüldüğünü üçüncü çeyrek rakamlarından da izliyoruz.

Büyümede finans alanının ağırlığının artmasının, dolaysıyla sektörün giderek daha karlı hale gelmesi ve hatta İslami finans tartışmalarıyla yaygınlaştırılmasının, üretiminden tüketimine, tepeden tırnağa borçla işleyen bir ekonomi ile elbette sıkı bir ilişkisi var. Toplumsal refah, istihdam ve kalkınma odaklı bir anlayış var olmadıkça, kolay para kazanmanın önü açılıyor. Üretimin payı geriliyor, insanların sadece tüketimlerinden değil, beklentilerinden, ihtiyaç haline getirilmiş harcamalarından olağanüstü spekülatif kazançlar elde ediliyor.

Büyümede ağırlığı artan finans alanına paralel olarak ülke ekonomisinde büyümenin motoru haline gelmiş hanehalkı tüketim harcamalarının bu yıl da önemli bir katkı sunduğunu görüyoruz. AKP dönemi boyunca 11 kat artış yaşayan hanehalkı tüketim harcamalarının bu dönem içinde milli gelire oranı yüzde 22’ye çıkmış bulunmakta.
Geçtiğimiz hafta hanelerin gelirini reel anlamda arttırmadan borçla tüketimlerinin kamçılandığına dikkat çekmek için Türkiye’de yetişkin başına düşen hanehalkı borcunun 2009’dan itibaren yüzde 53 arttığına dikkat çekmiştik. Şimdi bunu “nelerin” tüketildiğine doğru genişletelim; tüketilen mal ve hizmetlerin hükümet politikasının bir sonucu olarak nasıl genişletildiğine bakalım.

Örneğin eğitim, sağlık, emeklilik, barınma gibi temel hakların ticarileşmesi, piyasada alınır satılır birer meta haline getirilmesi, öncelikle hem gelirin oldukça eşitsiz dağıtıldığı büyümeye, hem de bu eşitsizliği körükleyen piyasalaşma ve finansallaşma süreçlerine hizmet ediyor. Tam olarak piyasalaşma süreçleri tamamlanmasa da, emeklilikte Bireysel Emeklilik Sisteminin yaygınlaştırılması, eğitimde özel okullaşmanın- özellikle AKP’nin dinselleştirme dayatmalarına karşı tek alternatif olarak gösterilmeleri burada önemli- ve de sağlık sektörünün halk sağlığı kavramlarını rafa kaldırarak hastayı müşteriye dönüştüren uygulamaları bu sürecin hızını bizlere gösteriyor. Eğitim kredileri, borçla tedavi olma, dev fonları besleyen emeklilik fonlarına para aktarma… İnsani ve toplumsal değerlerden yoksun bir politika anlayışına sahip siyasi ve iktisadi aktörler açısından karlılık bakımından oldukça iştah kabartıcı bu dönüşümler, “yapısal reformlar” arasında sayılıyor. Toplumsal refah anlamında ise hızlı bir yoksullaşma ve yoksunlaşma süreçlerini ortaya koyarken, aynı zamanda daha bütünlüklü bir perspektiften siyasal amaçlara da ışık tutuyor.

Keza eğitim alanı bu birlikteliğin bir arada net olarak izlendiği bir alan. Büyük resmi de ortaya koyacak birkaç veri ile özetlemek gerekirse;
Eğitim Sen verilerine göre, halkın cebinden yaptığı eğitim harcamaları son 13 yıl içinde 5 kattan fazla artış yaşadı. Türkiye genelinde imam hatip ortaokulu sayısı bir yılda 1361’den 1597’ye, imam hatip lisesi sayısı ise 854’ten 1017’ye çıktı. Devlet okullarında gerçekleştirilen hızlı imam hatipleştirme, çocuğunu dinselleştirilmiş eğitimden korumak isteyen velileri özel okullara yönlendirdi. 2014’ten 2015’e özel okula kaydını alan öğrencilerin sayısı yüzde 42 arttı, buna paralel özel okul sayısındaki artış da yüzde 43 oldu. 2015 yılı itibariyle en düşük özel okul ücreti 26 bin lira olurken, tek bir çocuğun ilköğretimden üniversite mezuniyetine dek eğitim harcaması ortalama 2 milyon lirayı buluyor. Bu 2 milyonluk tutarı yıllığa vurun, üzerine bir de yüzde 24’ü 0-14 yaş, yüzde 67’isi 15-64 yaş arasında olan bir nüfus yapısını gözünüzün önüne getirin.

İşte, halkın tüketimine sırtını dayayarak milli gelirini büyüten, tüketimin sınırlarını antidemokratik ekonomik dönüşümlerle genişleten ve de bu geliri kendi dar çevresine paylaştıran bir anlayışın büyüme modeli özetle budur.
İktisadi boyutların çok ötesinde siyasal ve toplumsal sonuçlarıyla, ideolojisiyle yeni bir yaşamı dayatan bu tasarımın vehameti ve ciddiyeti de ortadadır.