Kıpkırmızı Pazartesi
ABD’de ortanın solundaki hemen herkes, Trump’ın tekrar iktidara gelmesi olasılığı yüzünden tedirgin. Bunun dolaysız faşist bir yönetime ve iç savaşa yol açacağını düşünüyorlar. Haklılar da... Sokak röportajlarında konuşan Trump destekçileri öyle cahil ve öyle inanmışlar ki, tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak tanımladıkları Trump’ın Washington’dan Ay’a dört şeritli yol yaptığını söyleseniz gözlerinde delice bir mutluluk pırıltısıyla alkış tutmaya başlayacaklarını görebilirsiniz -hayır, hâlâ ABD’den söz ediyorum.
Amerikan İç Savaşı’nın üstünden 160 yıl geçti, ama toplumda hiçbir savaşın çözemeyeceği ideolojik sorunlar var. Konfederasyon hayaleti, Ku Klux Klan’ın beyaz kukuletasıyla Amerika’nın üstünde dolaşıyor.
∗∗∗
Sonradan pek çok paramiliter oluşum ve terör hücresinin doğmasına yol açan National Alliance adlı neo-nazi örgütünün kurucusu William L. Pierce, 1978’de The Turner Diaries (Turner Günlükleri) adlı bir roman yayımladı. Anlatı 2099’da yazılmış bir sunuşla başlıyor, demokrasi ve eşitlik gibi saçmalıklardan kurtarılan Amerika’nın yıkılıp yeniden kurulduğu 1999’un 100. yılında, bu tek din-tek bayrak-tek ırk ülkesinin ne zorluklarla doğduğunu gösteren bir tarihsel belgeyle karşı karşıyayız: O zamanlar Los Angeles olarak bilinen bir yerde doğmuş Earl Turner adlı bembeyaz kahramanın 1991-’93 arası tuttuğu günlükler.
Yayımlandığı günden itibaren aşırı sağcı Amerikalıların kutsal kitabına dönüşen The Turner Diaries’i size ancak şöyle anlatabilirim: Hayatınızda bu kadar sapkın, bu kadar insanlık düşmanı bir şey okumamış olabilirsiniz. Hitler’in Kavgam’ı bile bunun yanında yardımcı ders kitabı gibi kalır!
Örneğin günlüğün ‘Yağlı Urgan Günü’nün anlatıldığı 1 Ağustos 1993 başlıklı bölümünde, on binlerce elektrik direğinin, trafik ışıklarının, ağaçların nasıl ‘dekore’ edildiğine dair şunlar yazıyor: “Onları aydınlatılmış her yerde görebilirsiniz. Kavşaklardaki sokak tabelaları bile bunun için kullanılmış. Bu akşam Genel Merkez’e giderken neredeyse geçtiğim her sokak köşesinde, her kavşakta dörder tane olmak üzere sallanan cesetler vardı. Buradan sadece bir mil kadar uzaktaki bir üst geçitte yaklaşık 30 kişilik bir grup asılı duruyor, her birinin boynunda ‘Irkıma ihanet ettim’ yazan bir pankart var. Bu gruptan iki-üç kişi asılmadan önce akademik cübbeler giydirildiğine bakılırsa, hepsi de yakındaki UCLA kampüsünden öğretim üyeleri olsa gerek.
...Ay ışığında gördüğüm ilk şey, pankartın üstünde kocaman kara harflerle yazılı satırlar oldu: ‘Irkımı kirlettim.’ Pankartın üzerinde genç bir kadının korkunç derecede şişmiş, morumsu yüzü görünüyordu, kocaman açılmış gözleri yuvalarından dışarı fırlamıştı, ağzı açıktı.
...Bu gece şehirde buna benzer binlerce kadın cesedi var, hepsinin boynunda aynı pankart asılı. Bunlar Siyahlarla, Yahudilerle veya Beyaz olmayan diğer erkeklerle evlenen ya da birlikte yaşayan Beyaz kadınlar.
...’Irkımı kirlettim’ pankartı asılı bir sürü erkek de var, ama kadınların sayısı onları bire yedi ya da sekiz oranıyla kolayca geride bırakıyor. Öte yandan, ‘Irkıma ihanet ettim’ pankartı asılı cesetlerin yaklaşık yüzde doksanı erkek. Yani cinsiyet dağılımı genel olarak dengeli görünüyor.
Boynuna ‘Irkıma ihanet ettim’ pankartı asılanlar genellikle politikacılar, avukatlar, iş insanları, TV haber spikerleri, muhabirler, editörler, hakimler, öğretmenler, okul yöneticileri, ‘sivil liderler’, bürokratlar, vaizler, bir de bunların dışında, kariyer, statü, oy vb. nedenlerle Sistem’in ırk eşitliği programının desteklenmesine veya uygulanmasına yardımcı olan herkes.”
Bu korkunç satırlara bakıp The Turner Diaries ‘in distopik bir bilim-kurgu romanı olduğunu düşünmeyin. Bu, ırkçı beyazların ütopyası olarak yazılmış bir dehşet yığını! Peki etkili mi?
∗∗∗
Günlükler basılıp el altından dağıtılmaya başladıktan beş yıl sonra, romandakiyle aynı adı taşıyan bir örgüt kuruldu: The Order (Düzen). Bu faşist hücre, Haziran 1984’te Yahudi kökenli ‘sivri dilli’ radyo programcısı Alan Berg’ü evinin önünde 13 kurşunla öldürdü. 1995’te Oklahoma City’de federal hükümet binasına bomba yüklü bir kamyonla saldırıp 168 kişiyi öldüren Timothy McVeigh yakalandığında yanında bu kitaptan bazı sayfalar vardı. 2000lerde dokuz göçmeni katleden Alman neo-nazi örgütü NSU, kitabı teorik temellerinden biri olarak nitelemişti. 1998’de Afro-Amerikalı James Byrd’ü bir kamyonetin arkasına bağlayıp 2,5 km boyunca sürükleyerek öldüren John W. King, adamcağızı kamyonete kelepçelerken, suç ortaklarına göre şöyle demişti: “Turner Günlükleri’ne biraz erken başlayacağız.”
∗∗∗
“Dem Partililerle aynı kaldırımda bile yürümem!” diyebilen belediye başkanlarının, göçmen düşmanı ırkçı parti liderlerinin katıldığı bir seçimin arefesindeyken... Ah, pardon, bu bambaşka bir yazının parçasıydı, niye buraya gelmiş ki?
Neyse, ne diyorduk? Hah, Amerikan faşistleri!