Türkiye, halkı tarafından artık istenmeyen, cezaya gerekçe olarak gösterilebilecek yeterli tüm kanıtların ortaya çıktığı siyasal iktidarın “inatlaşma” krizini yaşarken, küresel ekonomide yaşanan girdabın içine de her geçen gün biraz daha fazla sürükleniyor.
Her ne kadar ABD, önceki krizlerdeki gibi ilk etapta patlak veren krizi gelişmekte olan ülkelere ihraç etmede başarısız olduysa da, dünya ekonomisinden gelen son veriler ve Fed’in yeni para politikasında izlediği çizgi, krizin artık ihraç edilmeye başladığını gösteriyor. Avro Bölgesi ise krizin hâlâ aşılamadığı yerlerden biri. Nitekim AB’nin krizden çıkış stratejisine ve bölge için yeniden tasarladığı ekonomi reçetesine bakıldığında reel ekonomi ve kaynaklar üzerinden hızlandırılmış bir finansallaşmayla sermayeye yeni birikim alanları açacağı olası. Lakin bozulan gelir dağılımı, işsizlik ve yoksullaşmanın gelecek günlerde daha da ağırlaşan sorunlardan biri olacağı da aşikâr. Önümüzdeki günlerde kriz başlıklı gündemlerin odak yerleri ise şimdiden belli: Kırılgan Beşli. Küresel sermaye ve üst kurumları, bu ülkelerde olası “patlama anlarının” şimdiden izlerini sürüyor.
Başta dış dünyaya karşı verilen açıklar olmak üzere, dış kaynak akımlarına bağımlı ve bu hareketlerin yönüne karşı ‘oldukça’ hassas olan ülkeler Türkiye, Hindistan, Brezilya, Endonezya ve Güney Afrika “Kırılgan Beşli” olarak adlandırılıyorlar. Bu ülkeler Fed’in küresel likitide musluklarını kapaması anlamına gelen tahvil alımlarını azaltmaya dönük kararından sonra en ağır darbeyi alan ülkeler olarak da biliniyor. Türkiye ise bu kırılgan beşlinin içinde en zayıf halka. Yani kırılganın da kırılganı.
*2014 yılı 1. Çeyrek büyüme tahmini
En iyimser tahminle 1. çeyrekte 3,8 büyümesi beklenen Türkiye, kırılgan beşli içinde ortalama bir büyüme oranıyla en yüksek cari açığı veren ve G. Afrika hariç tutulursa en yüksek işsizliğin gözlendiği ülke.
Türkiye ekonomisini bugün en kırılgan yapan faktörler kuşkusuz siyasi ve ekonomik yapının kendisi. Bugüne kadar birbirlerini besleyen bu iki dinamik, şimdi birbirlerini paçalarından dibe çekiyor. Çok net olarak Türkiye ekonomisinin küresel pazarda, sanayi üretimi veya tarımsal üretimde rekabet gücü yok. Üretim ekonomisi yerine rant ekonomisini dünyaya pazarlıyor. Yani gelen yatırımcı, buraya kalıcı olarak değil, al-sat amaçlı geliyor. Aldığı dönemler siyasi iktidarın devletin üst kurumlarıyla birlikte rant kapılarını açtığı, ihalelerde ve vergide kolaylık sağladığı “ekonomik büyümenin” olduğu dönemler. Bu sayede ülke ekonomisine para akabiliyor. Tersi bir süreçte de hızla çıkıyor. Bunun bir sonucu olarak TL geçtiğimiz yıl dolar karşısında %24 değer kaybetti.
Bugün ekonomi daralsa da dolar karşısındaki bu keskin değer kaybı, cari açığı rekor seviyelerde tutmaya yetiyor. Nasıl mı? Şöyle, ekonominin 11 yıldır altı öyle bir kazıldı ki, tarımsal üretim yok edildi, sanayideki tüm fırsatlar kaçırıldı. Kendi kendine yetebilen değil bir kuruşa muhtaç olan bir yapı inşa edildi. Küresel akımlardan çekilen pay, sunulan ayrıcalıklarla sağlandı. Şimdi ülkenin tüm kaynakları üzerinde kurulan tekelci otorite paramparça. Bu nedenle tek kuruş akmıyor.
•••
Şili’de yıllar süren Faşist rejim sonucu gerçekleştirilen referandum kampanyasını konu edinen 2012 yapımı “No” filminde, “Diktatör için evet” kampanyasının çalışmalarında Pinochet ve danışmanları arasında şöyle bir diyalog geçiyor:’Siz herhangi birinin zengin olabileceği bir sistem yarattınız, Dikkat edin, herkes demiyorum, Herhangi biri, diyorum. Eğer herkes o herhangi biri olmaya oynuyorsa kaybetmezsiniz.’ Elbette her hikâye veya gerçek hayattaki haliyle deneyim, kendi öznel koşulları ve dinamikleri içinde değerlendirilmelidir. Lakin, aynı amaç ve kaygılarla ülke yönetmeye kalkanların yaşadıkları da, sonları da öyle çok benzerlikler göstermektedir ki, yaşam hakikaten bir kesim için “tekerrürden” ibaret kalmaktadır.