Almanya Başbakanı Merkel, Brüksel liderler zirvesinden çıkarak ayağının tozuyla Türkiye’ye geldi. Çantasında taşıdığı en önemli gündemlerden biri Avrupa gündeminin temel meselesi haline gelen malum “mülteci krizi” idi. Bu arada buradaki “kriz” kelimesinin kullanımı ilginçtir, zira geleceği önceden bilinen, neredeyse kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçların kriz olarak adlandırılması hatalı ve kamuoyunu yanıltıcıdır. Nitekim Almanya başta olmak üzere İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en geniş çapta mülteci akımı ile karşı karşıya olan Avrupa’da liderler tarafından “kriz”, parçası oldukları savaşın sonuçlarıyla yüzleşme durumundan kaynaklı “ortadan kaldırılması gereken bir sorun”, “ekonomik yük”, “kendi muhafazakar-sağ tabanlarının rahatsızlığı” ve en nihayetinde bir “oy kaybı” olarak görülüyor.

Brüksel zirvesi öncesi Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk bir mektupla seslendiği liderlerden kendilerine bugüne kadar yeni göçmen dalgalarının ne kadar önüne geçebildiklerini sormalarını isterken, işte bu “kriz”den anladıklarını da ortaya dökmüş oluyordu. Keza Merkel ülkesinde yaptığı bir konuşmada sadece yeni dalganın önlenmesinin yetmeyeceğine ilişkin vurgusuyla “yalnızca ekonomik sebeplerden dolayı gelenlere de ülkemizden ayrılmalarını söylememiz gerekiyor” diye seslenirken tüm makyajından arındırılmış bir aklı ortaya koyuyordu.

Bu akıl, Ortadoğu ve özelinde Suriye’nin yeniden dizayn edilmesi sürecine AB’nin katılımı, Cenevre toplantıları vb… bugünkü “sonuçların” oluşumunda rol oynayan birçok“nedende” izlenebileceği gibi, aynı zamanda sonuçlarla yüzleşme esnasında da net görülebilmektedir. Yüz binlerce insanın yaşamına son veren 2014 yılındaki Akdeniz’de arama-kurtarma faaliyetlerine son vermeye yönelik alınan karar gibi.

Avrupa Birliği, Suriye’ye dışarıdan müdahale sürecinin- daha sonra perde arkasına çekilse de- ilk günlerinden itibaren ön saflarında yer aldı. Mülteci haline getirilmiş milyonlarca insana yaşam alanı açma meselesini önce Türkiye, Ürdün, Lübnan’a devretti, sınırları aşan insan sayısı arttıkça İtalya ve Yunanistan’a baskı uygulayarak sınır kontrollerini daha da sertleştirmeye kalktı. Sınır kapılarında insanlığın utanç manzaralarının oluşmasına neden oldu. Savaşın insanlık maliyetlerinin büyüklüğüne yaklaşan bir insan akımı sınırları zorladıkça ise okyanusta bir damladan öteye geçmeyecek nitelikte, 160 bin kişilik mülteci kotası planı açıkladı.

Sadece resmi kayıtlar altında Avrupa ülkelerinden yalnızca Birleşik Krallık, Belçika, Fransa ve Hollanda’nın “askeri yardım” niteliğinde 2011’den bu yana Suriye’ye gönderdiği mali desteğin tutarı 900 milyon dolara yakın. Bu bütçenin çok daha üzerini gözünü kırpmadan savaş için harcadı AB. Burada Almanya’nın belirleyici rolünün altını çizelim. Şimdi 2015 yılı için mülteciler dolayısıyla ayırdığı bütçeyi askeri mühimmatla neredeyse denk tutarak 801,3 milyon avro olarak açıklıyor.

Peki insanlığa layık görülen bu bütçe nasıl kullanacak dersiniz? İşte buraya da Türkiye’deki kirli pazarlık ışık tutuyor. Ülkelerine gelenleri bile geri göndermekten bahseden “Şansölyeler”, bu bütçeyi bugüne kadar pis işlerini yaptırdıkları ülkelere bu insanları yığarak, hesabı da taşeron iktidarlara ödeyerek harcayacaklar.

Dünyada küresel artığa el koyma hırsıyla başlayan, hegemonik güç kapışmalarının zeminlerine dönen savaş coğrafyalarına ilişkin kirli pazarlığın döndüğü ülkelere en güzel örnek Türkiye olmalı. IŞİD nasıl oluştu ve bu kadar güçlendi sorusunda karşımıza çıkan cevaplar arasında Türkiye yani baş sorumlu olarak AKP iktidarı, bugüne kadar ortaya çıkan kanıtlarıyla gözler önünde. Hiyerarşik rol dağılımına bakıldığında Türkiye’nin her daim pis işlerin görüldüğü taşeron ortak olma rolünden çıkamadığı da ortada. Lakin AKP’nin dış politika ölçümleri bu rolü kendinden menkul şişirmeye kalktığında ortaya çıkan tablo da malum: Devletle iç içe geçmiş bir IŞİD durumu.

O vizeyi sana vermezler
Alman basını Welt Online yazmış: “Seyahat kolaylıklarına ilişkin belirsiz vaatler ve AB müzakerelerinde yeni fasıl açılması durumu gizleyemez: Merkel Türkiye’ye sınır muhafızı rolü biçti… Suriye’de tampon bölge isteyen Türkiye, kendisi tampon bölge oldu.” Merkel-Erdoğan görüşmesinin özeti budur. Merkel’in çantasından, Erdoğan’a Türkiye’yi tampon bölge haline getirmesi için getirdiği 3 milyar avrodan fazla bir vaadin çıkmasına dair yürütülecek her fikir AKP’nin içi boş seçim propagandasından öteye geçmez. Bugün teknokrasinin antidemokratik birliğine dönüşmüş AB’ye üyeliğin hâlâ cazip gözüktüğü kesimler var mıdır bilinmez ama vize muafiyetini ayrı ayrı onaylayacak olan 28 üye ülkenin, IŞİD ve IŞİD’den kaçan insanların bir arada tutulduğu tampon ülke ile sınırlarını kaldırılacağını düşünmek oldukça fantastik olsa gerek.