Sokak köpekleri, Türkiye’nin birkaç yıldır üzerinde didiştiği bir konu. Sokak köpeklerinden şikayet edenlerin son derece haklı dayanakları var. Buna karşılık soruna ilişkin insani çözümü savunanlar da bir o kadar haklı. Yani nefret kampanyalarına lüzum yok, sorunun çözümü var. Buna rağmen medyanın dili, suçu köpeklerin ve onlara sahip çıkanların üzerine atıyor. Sokak köpekleri sorununun adı “Köpek terörü”, soruna insani boyuttan yaklaşanların adı “Köpektapar”.   

***

Tıpkı sığınmacı meselesinde olduğu gibi, köpek sorununda da kampanyayı yürütenler sorunu gündeme taşımak için nefretin reytinginden faydalanmakta bir sorun görmüyor. Fakat bu tutum nedeniyle, sorunun kendisi sorun olmaktan çıkıyor ve bir süre sonra nefret, sorunun kendisine dönüşüyor.

Nefretin tatmin edilmediği çözümler bu nedenle küçümseniyor. Çünkü artık sorun, sokaklarda köpeklerin olması değil, sokak köpeklerinden ve onları savunanlardan nefret eden kalabalıkların tatminsizliğine dönüşüyor. Devlet ise kira krizinde, sığınmacı krizinde oynadığı rolü oynuyor ve didişmeyi sadece takip ediyor. Kriz akut bir seviyeye geldiğinde devlet tüm haşmetiyle devreye giriyor ve sesi gür çıkanın dediğini yapıyor. 

Bunca didişmenin sonunda Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde, “Başıboş köpek komisyonu” kuruluyor ve adım atılıyor. Ahaber anons geçiyor; 

“Başkan Recep Tayyip Erdoğan talimat verdi, Tarım ve Orman Bakanlığı harekete geçti. Bakanlığın bünyesinde bulunan “Başıboş köpek komisyonu” bu çerçevede tedbirleri belirledi. Sokak köpekleri hızla kısırlaştırılacak ihtiyaç halinde uyutulacak.” 

Sanki, son 10 yılda köpeklere bir haller gelmiş, libidoları yükselmiş ve daha çok üremeye başlamışlar gibi… Sanki sokak köpeklerinin sayısının artması köpeklerin suçuymuş, devletin hiçbir sorumsuzluğu yokmuş gibi… 

2004’te çıkarılan 5199 sayılı kanuna göre yerel yönetimlerin sorumluluklarından biri kısırlaştırma. Bir başka sorumluluk hayvan bakımevlerinin kurulması. Zaten düzenli kısırlaştırma hizmeti sunulsa, her belediyede hayvan bakımevleri bulunsa, kriz bugünkü gibi akut hale gelmeyecekti. Neden yapılmadı? Belirsiz… 5199 sayılı yasanın hayatımıza girmesinin ardından geçen 17’nci yılın sonunda, 2021’deki tablo ortada; 1390 belediyenin sadece 237’sinde hayvan barınağı var. Çünkü kriz bu seviyeye gelene kadar kimsenin umrunda olmayan, küçümsenen bu konuyu, kurumları tasfiye edilmiş, tek adamların keyfiyetiyle yönetilen bir devletin çözmesi mümkün değil. Bir çok belediyede kısırlaştırmayı geçin, bunun için görevlendirilecek kadrolu bir veteriner bile yok. Tüm bu sorunlara ilişkin adım atılmadan köpeklerin tümünü katletseniz bile, birkaç yıl sonra aynı sorunla yeniden karşılaşacağınızı düşünmek için kahin olmaya da gerek yok. Dolayısıyla, köpeklerin öldürülmesi, nefret kampanyalarıyla zihni manipüle edilmiş kesimleri tatmin etmekten öteye geçen bir çözüm değil. Bunun çözüm olacağı söyleniyorsa, bu çözümü 5 yılda bir uygulamak zorundasınız. Çünkü öldürmek, bataklık orta yerde dururken, sinekleri ilaçlamaktan farklı değil. 

Türkiye kentleşmesini yeni tamamlamış bir ülke. 1980’de nüfusunun yarısından çoğu hala köylerde yaşayan Türkiye, son 40 yılda toprağından koptu ve kentlere işçi olarak geldi. Halkımızın büyük kısmı evde bakılan “mala davara bir faydası olmayan” kedi köpeklerle kentlerde tanıştı. Fakat son 10 yıl, evcil hayvanlara olan ilgiyi sadece Türkiye’de değil, Dünya’da da katladı. Yeni olan şey sadece kentli nüfus oranının yükselmesi değil, aynı zamanda gelişen sosyal medyaydı. Kedi ve köpeklerin sevimli videoları elden ele dolaşırken, evcil hayvan talebi de arttı. Sektör temsilcileri, evcil hayvan sektörünün son 10 yıldır yılda ortalama yüzde 15 büyüdüğünü ortaya koyuyor. Bu 10 yıl öncesine göre yılda ortalama 4 katı daha fazla evcil hayvan satıldığı anlamına geliyor. Fakat pandemide eve kapandığımızda büyüme oranı yıllık yüzde 50’lere dayanıyor. Nereden alıyoruz bu hayvanları, kim üretiyor bunca köpeği? 

Dünyada da benzer bir trend var. Evcil hayvan sektörü son 5 yılda yüzde 150’lik büyümeyle 300 milyar dolarlık bir hacme ulaşmış durumda. Türkiye’de ise 2023 itibariyle sektör büyüklüğünün 1 milyar doları geçtiği tahmin ediliyor. 

Bunların hepsi, tahmin, gözlem ve sektör temsilcilerinin beyanatlarına dayanan tutarlar. Çünkü Türkiye’deki evcil hayvan sektörünün yüzde 1’i bile kayıt altında değil. Kayıt altında olmadığı için, neredeyse hiçbir veriye hakim değiliz. Kaç sokak hayvanı var, kaç evcil hayvan var? Bilmiyoruz… Yılda kaç köpek satılıyor, kaç köpek üretiliyor? Onu da bilmiyoruz. Verilerden bu kadar uzaktayken, sorunun çözümüne dönük bilimsel bir çözüme de ulaşamıyoruz. 

Özellikle ekonomik bunalımın sertleşmesiyle birlikte kayıt dışı evcil hayvan üretimi katlanmış durumda. “Sahibinden.com” benzeri, köpek sahibi olmak isteyenlerle satıcıların bir araya geldiği sosyal medya platformlarını internet aleminde kolayca bulabilirsiniz. 

Bir köpek ilanı; “ağzı kokmaz, tüy dökmez, salyası yoktur, evde uslu, sokakta oyuncu, fiyat için mesaj atın” 

Sanki bir canlı değil de, bir süs eşyası, bir oyuncak muamelesi yapılan bu hayvanların fiyatı 20 bin TL’den başlıyor, yüzbinlerce liraya kadar çıkıyor. Ve üretim neredeyse tümüyle kayıt dışı. 

***

Bazen bir konteynerin içinde yaşamaya mahkum edilmiş bir dişi köpek oluyor üretici, bazen evde beslenen, yılda 2 kez 5 – 6 köpek doğuran bir anne… Her biri 20 bin liradan yılda 200 bin lira eder. Ödeme bazen parayla, bazen köpek mamalarıyla yapılır. Bir anne köpeği bu şekilde sömürerek asgari ücretten daha fazla gelir elde edebilirsiniz. Az geldiyse kendinize küçük çaplı bir çiftlik bile kurabilirsiniz. Hiçbiri için herhangi bir denetimle karşılaşmayacak, bugün sokak köpeklerini öldürmeye karar vermiş devletin ilgisini çekmeyeceksiniz. 

Ne bakım evi sorumluluğunu yerine getirmiş, ne de hakkıyla kısırlaştırma hizmeti sunmuşsunuz. Büyüklüğü milyar dolarla ölçülen bir sektörün tamamen kayıt dışı büyümesine göz yummuş, şimdi de patlayan sokak köpeği sorununu köpekleri öldürerek çözmeye yelteniyorsunuz. Çünkü derdiniz, sorunu çözmek değil, sorun haline gelmiş nefret gruplarını tatmin etmek.