Erdoğan, cami açılışı için gittiği memleketinde “Korkaklar için hiçbir zaman zafer yoktur” buyurdu. Son dönemde yapılan operasyonların geçici olmadığını, rehavete kapılmadan, ara vermeden, kararlılıkla, evlatları feda ede ede, “zafere kadar” devam edileceğini ilan etti.

Bazıları böyledir; cesareti hep kendi hanelerine yazarlar. Devletin bugüne kadar yaptıklarını yapmaktan vazgeçtiklerini, barış için masa kurduklarını söylerken de en cesur onlardır; tankları, uçakları, TOMAları ortalığa salıp “sonuna kadar” naraları atarken de…

Korkakların hiçbir zaman zafer kazanamadıkları koca bir yalandır. Onlar, kendilerini yok edeceğinden korktukları “düşman”ın sırtını yere getirmeye, ona pes dedirtmeye, onu askeri olarak yenilgiye uğratmaya odaklanırlar. Zafer dedikleri de; sorunun çözülmesi, kaynağına inilip ortadan kaldırılması değil, çatışmanın karşı tarafındakinin çatışma gücünün yok edilmesi, ezilmesidir.

Bu zaferler çatışmaya bir süre ara verilmesine yol açar sadece. Sorun çözülmediği, barış yapılamadığı için uygun zaman ve zeminde çatışma yeniden başlar.

Osmanlı’dan bu yana kaçıncı Kürt isyanından “zafer”le çıkıldığı halde, şimdi yine çatışılıyor olması bundandır.

Korkaklar hiçbir zaman zafer kazanamasalardı, İvan IV Vasiliyeviç, nam-ı diğer Korkunç İvan, bir cesaret timsali olarak “Cesur İvan” diye geçerdi tarihe. Çok zafer kazandı çünkü… Küçük yaşta tahta çıktı, kendisine karşı isyanları vahşice bastırdı, 4 milyon km2’den fazla toprak kattı Rusya’ya, ölene kadar da Çar kaldı. İsteyen, yerine geçecek oğlu İvan İvanoviç’i öldürmesini de “cesaret” sayabilir!

Ratko Miladiç; gerçekleştirdiği soykırımın yıldönümü için geçen ay Davutoğlu’nun Bosna’ya gittiği Bosnalı Sırp general… Savaş suçlusu… Srebrenitsa katliamı Bosna’nın bölünmesine giden yolda bir “zafer”di onun için, Bosna’nın bölünmesi de “zafer”. Hedeflediği zafer yolunda 8 binden fazla Boşnak’ı cesaretinden mi katletti Miladiç, korkaklığından mı?

Her Dünya Barış Günü’nde, 1 Eylül’de, bu köşede hikâyesini anlatmaya söz verdiğim Miroslav Milankoviç korkak mıydı?

20’sinde bir Sırp delikanlısıydı Miroslav. Orduya yeni katılmış Sırp askerlerden biriydi. Birliğindeki askerler arasında tartışma çıktı. Grubun yarısı silahlarını bırakmayı ve savaşmamayı öneriyordu. Diğerleri ise büyük bir savaşma arzusu içindeydiler. Miroslav; savaşmak ve dün arkadaş, komşu olduklarını öldürmekle, savaşmayıp vatan haini damgası yemek arasında seçim yapamadı. ... Ne Tovarnik’e, cepheye doğru yola çıkanlara katılabildi, ne de silahını bırakanlara. O gün, kendini Sid kasabasının hayvan pazarında vurdu. Yugoslav barış hareketi Miroslav’ı kendine sembol seçti.

Öldürmeyi cesaret sayanlara, başkalarını öldürmemek için kendini öldürerek cesaret dersi vermişti Miroslav. Asıl cesaret gerektirenin barış olduğunu göstermişti.

Piyade Onbaşı Barış Aybek’in kardeşidir Miroslav. “Benim bir gün Ahmet Kaya konserine gitme ihtimalimi çalan ülkesin” dediği Türkiye’ye de, “Bu dünyada insan olmaktan utanıyorum” dediği şu yaşlı gezenimize de adının hâkim olduğunu göremeden giden güzel Barış’ın…

Bir yanda Barışlar, öte yanda 14’ünde, 16’sında fırın işçisi çocuklar birer ikişer giderken, lanet olsun onların konsere gitme ihtimalini çalan iktidarların cesaretine!

Sandık sandık dedikten sonra, sandıktan çıkan sonuca karşın, sarıldıkları Saray ve iktidar gölgesinde yeni bir seçime gitmek için çevrilmedik dolap bırakmamak da cesaret, sayarsanız!

7 Haziran’da yüzde 60’ı bu ülkenin “sen hele bir dur” dediği halde, durmayıp vura kıra iktidarını daim etme çabası da cesaret… Altında korku dağları yükselen türden!

Korkudan beslenen cesaretlerden de “zafer” çıkar, çıkmaz değil. Ancak o zaferler hiçbir zaman sorunun çözümünü ve barışı getirmez. Korkaklar da savaşır, barış ise ancak cesaretle yapılır.

Şimdi muhalefete düşen, ileri görüşlü bir iyi insan cesaretiyle barış için çabalamak ve hiç değilse yeni seçime Saray’ın gölgesindeki bu iktidar altında gitmemeyi becerebilmektir.