Yaşam ve güvenlik hakkının her geçen gün daha fazla yok edildiği ülkemizde, kuşkusuz herkesin kafasına takılan bir mesele de ekonominin durumu. Sanayide, turizmde, tarımda durumlar kötü, küçük esnaf boş sokaklarda nöbet bekliyor, işçi iş bulamıyor, çalışan ücretini zamanında alamıyor.

Ekonominin özet görünümüne geçmeden önce, ülkemizde her alanda olduğu gibi ekonomi alanında da gözlemlediğimiz bir durumu paylaşalım;

Önceki gün partisinin grup toplantısında konuşan Davutoğlu’nun, “ekonomimiz doğru yolda ilerliyor” açıklaması, propagandif yönde ekonomiyi manipüle etme çabasından ibaret. Her tür veri bozulma alarmı verirken, böylesi bir açıklamanın doğru bilgilendirme, şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi bir ‘dert’ taşımadığı ortada. Sanayiciyi, yatırımcıyı öngörülerle yönlendirmek istiyorsanız önce doğruları olduğu gibi söylemeniz gerekir. Zaten neyin ne olduğu herkesçe biliniyor, mesele resmi olarak doğrulanması ve en nihayetinde hesabın verilmesi.

Buradan işte o ‘herkesçe bilinen’ gerçeklere geçelim; Türkiye ekonomisinin özet görünümüne bakalım:
Bilindiği gibi 2002 sonrası hızlanan küresel sermaye girişleriyle birlikte borca dayalı bir büyüme hızı yakalanmış, borçla finanse edilen ve büyüdükçe daha da fazla borç yaratan batağın içine girilmişti. Şişkin bir büyüme, sadece sermaye ve iktidar çevresini zenginleştirmeye yaramış, büyüme hızına paralel ne bir istihdam artışı gerçekleşebilmiş, ne de büyümeden adil bir pay emekçiye verilmişti.

Şimdi dünyanın içinde bulunduğu kalıcı bir durgunluk sürecinde Türkiye, bu batağın içinde debeleniyor, kaynaklarını üretim-yatırım-istihdam ekseninde değil, malını mülkünü yani doğal kaynaklarını, üretici güçlerini satıp savurarak günü kurtarmaya çabalıyor.

İşte Davutoğlu’nun iyiye gidiyor dediği ‘ekonomi’ bu. Peki nereye gidiyor?
Aşağıdaki tablo iki yıllık zaman dilimindeki dört önemli göstergeyi veriyor: Üretim, istihdam, ihracat ve genel fiyat seviyesi.

kotu-ekonomi-kotu-coban-124869-1.

İmalat sanayii üretimi 2014 yılında GSYH’nin yüzde 16’sına yakınını oluştururken, 2015 yılında üçüncü çeyrek itibariyle yüzde 14’ünü oluşturmakta. Büyüme hızı 2014’teki yüzde 12,7’lik seviyesinden epey bir gerilemeyle 2015 üçüncü çeyrekte yüzde 8,3’e çakılmış durumda.

İmalat Sanayii’nin yapısı düşük teknolojili yani ülke ekonomisine görece daha az katma değer yaratan malların üretimine odaklı. Türkiye, özellikle AKP’nin ithalatı özendirici politikalarıyla birlikte yüksek teknolojiyi ithal eden, küresel pazara düşük teknolojili, katma değer yaratmayan, kolay ikame edilebilen ürünleri ihraç edebilen bir ülke. Bu ihracatı da ithalat ettikçe yapabiliyor. 2014’te yüzde 3,8 hızla büyüyen ihracatın 2015’te yüzde (-) 8,7’lik düşüşünün önemli bir nedeni de bu yapıdan kaynaklı.

Ve bu durum daha bozulmaya gidiyor; yüksek teknoloji sınıfındaki ürünlerin toplam üretim içindeki payı 2000’de yüzde 5 iken 2002’de yüzde 2’ye gerilemiş ve bugüne dek yüzde 2-3 bandında tıkanıp kalmıştır. Bu iddiasızlığın eğitim ve istihdam gibi alanlar üzerindeki bozucu etkisi de ortada.

Öte yandan büyürken de yavaşlarken de işsizlik yaratan bir ekonomi var. Her büyüme seviyesinde yaklaşık yüzde 10 seviyelerine çapa atmış bir işsizlik seviyesinin bulunduğu ekonomi, istihdamsız bir ekonomidir. İşgücünü üretim sürecinde sadece tasarruf kalemi olarak gören bir anlayışa sahiptir. Yüksek derecede dışa bağımlı Türkiye ekonomisinde TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı sürdükçe üretimin maliyetleri artmakta, bu maliyetlerin emek maliyetlerini daha da aşağı çekmek suretiyle kârlara yansımaması sağlanmaktadır. İşten çıkarımların ve toplusözleşme süreçlerinin hukuksuz ve antidemokratik kanalları daha da genişletildikçe kar seviyelerini koruma ve yükseltme çabalarının sonuçlarını, yüzde 10’u aşan işsizlik oranında da, kiralık işçi/modern köle pazarlarının inşasında da nitelik ve nicelik yönünden izleyebiliyoruz.

Ve son olarak önlenemeyen fiyat artışları… Çarpık üretim, dışa bağımlılık, plansızlık ve hedefsizlik fiyatlar üzerinde kontrol sağlayacak her türlü parasal girişimleri de etkisiz hale getiriyor. Kararların siyasi çıkarlarıyla ‘Saray’ tarafından verilmesi, başta MB’sını işlevsizleştirdiği gibi enflasyona, paranın değerine, faize yönelik her tür rasyonel bir politika beklentisinin oluşmasına da izin vermiyor.

Belli başlı, az sayıda göstergeyle ekonominin özeti böyle… Bu kuşbakışı görünümü, yüksek borçluluk, dış ticaret açığı, cari açığın hangi yollarla finanse edildiği gibi meselelerle daha da somutlaştırmak mümkün. Neticede ‘ekonomi’ hiç de iyiye gitmiyor, işin ilginç tarafı ise iyiye gitmeyen ekonomi rant sağladığı müddetçe iktidar ve çevresini de belli ki rahatsız etmiyor.