Yazarımız Sevin Okyay geride bıraktığımız hafta seyrettiği filmlerden üçünü bizim için kaleme aldı

Küçük hazineler

Caligari’den Hitler’e
34. İstanbul Film Festivali’nde ilk filmimi izlemek için sinema yazarlarının Aksanat avantajından yararlandım. Gösterim odasına girip Rüdiger Suchsland’ın belgeseli “Caligari’den Hitler’e / From Caligari to Hitler: German Cinema in the Age of the Masses”ı izledim. Harikuladeydi. Yönetmen dönemin Alman Sineması’nı anlatırken, bizim genelde yaşlılığına yetiştiğimiz yönetmenleri (hele Billy Wilder) gençlik yıllarında yakalamıştı. Özellikle de sinema anlayışını... Ama en önemlisi filmin adından anlaşılacağı gibi, biraz fazla uyum sağlayan kitleler. Suchsland bir gösterime girdi, izleyicilerle konuştu. Salı’ya kadar da burada.

Seymour
İlk günümün ikinci filmi, Ethan Hawke’un yönettiği Seymour’du. Daha doğrusu, tıpkı Salinger’ın kitabı gibi, Seymour: An Introduction. Seymour Bernstein, benim gözü kapalı örnek alacağım bir insan: Çok iyi bir müzisyen, ama hiç hırsı yok. Müziğin getireceği şeyleri değil, kendisini seviyor. Bu arada, insanların karşısına çıkıp heyecanlanmak istemediği için konserlere son vermesini de çok iyi anladım. Hawke’a teşekkürler...

Liverpool
Bir başka film ise, Reygadas-Guzman sinemasına yakın bir anlayışı olan Lisandro Alonso’nun retrospektifinden bir film: Liverpool. Biliyorum, gene bir “Neyini beğendin?” sorusuna kaşınıyor olabilirim ama, özür dileyecek halim yok. Alonso kahramanı gemici Farrel’ın gemideki hayatını, yıllardır uğramadığı evine gitmek için izin alışını, oradaki ilişkilerini anlatıyor. Oysa kendisi ilişkilerin imkânsızlığına inanmakla tanınır. Ben su gibi aktığını düşündüm, hatta şaşırtıcı finaliyle çok çabuk bittiğini. Bu arada Patricio Guzmán da Sedef Düğme / El botón de nácar ile festivalin konuğu. Haberiniz olsun...