İktidar çevreleri, Diyarbakırlıların kentin dört bir tarafından Sur’a yürüme çağrısına itibar etmediklerini, cılız toplulukların da polisin ilk müdahalesiyle dağıldıklarını söyleyerek müthiş keyiflendiler. Onlar olanı daha da az göstererek Kürt vatandaşlara teşekkürler ederken, HDP ya da Kürt cephesinden de, sosyal medyanın denetimsiz ortamında bazen eski fotoğraflar da kullanılarak, çağrıya muazzam kalabalıkların karşılık verdikleri söylendi.

Bu tür çatışmalı ortamlarda çatışmanın taraflarının olağan davranışıdır bu.

Yandaş medya büyük bir keyifle, anaakım medya da düşük dozda da olsa “Diyarbakır yürümedi” diyerek, iktidarın memnuniyetini paylaştı.

Diyarbakır meydanlarındaki, sayılarını yüzbinler, hatta milyonlarla ifade ettiğimiz topluluklar ortalıkta görünmemiş, sokaklara çıkmamış, adeta Sur’da sırra kadem basmışlardı! Kürtlerin Sur’da sırra kadem bastıklarını sanıp, bundan iktidar adına zafer ve büyük bir keyif çıkarmak kadar yanlış bir şey yok.

Cizre’nin fotoğraflarına bakın, Sur’un da, görebildiğiniz kadarıyla. Yerle bir edilmiş şehirlerden söz ediyoruz. Tankla topla dümdüz edilmiş. Buna yol açan akıl, taktik ya da strateji de sorgulanmalı tabii. Kuşkusuz, hendeklerin arkasının boşalması ve Sur’a yürüyüşün cılızlığı kısa vadede hendek kazanlar açısından önemli bir “kayıp.”

Onlarca yıldır kanayan bir yaraya, gündelik “kazanç kayıp” yaklaşımıyla bakarak çare bulacağını sanmak da devlet açısından bir gaflet.

O duvarları delik deşik edilmiş, sokakları altüst olmuş, artık yaşam belirtisi kedilerin bile ortalıkta görülmediği operasyon şehirlerinin fotoğraflarına bakın. O şehirler o hale gelene kadar yaşananları düşünün. Kim yaptı, sorumlusu kim, soruları bir kenarda dursun şimdilik.

Ancak, yıllarca inişli çıkışlı yaşanan gerilimler ve çatışmalardan sonra, haftalarca böylesine yıkıcı bir çatışmanın, savaşın ortasında yaşamak öyle fotoğraflara bakılarak anlaşılabilecek şeyler değil. Hele resmi rakamların yüzlerle ifade ettiği “etkisiz hale getirilenler” yakınlarınızsa, yakınlarınızda etkisiz hale getirilmişlerse, çaresizlik dağ gibi büyümüştür içinizde.



Savaşlar yorar insanı, sonunu göremediğiniz savaşlar daha beter yorar. Yürüyecek derman bırakmaz dizlerde, çağrılara uyamaz hale getirir. Dizlere derman ancak yürü denilen tünelin ucunda ışık görüldüğünde gelir.

O dermansızlık halinden için için utanır da insan. Sorumluluğu yaşadığı çaresizliğe yol açan herkese yükler. Dün hendekleri açanlar da pay alır bundan biraz, bugün hendekleri böyle hoyratça kapatanlar da.
“Etkisiz hale getirilenler” yüzlerle ifade ediliyor şimdi, ama henüz belki de binlerle dağa çıkanları söyleyen yok. Ve belki sokaklar biraz da o yüzden eskisi kadar dolu değil.

Bir de, ağzıyla değil vicdanıyla konuşmasından tanıdığımız Mahmut Alınak’ın tanıklıkları var. Yürüyün diyenler en önde yürümemişse eğer, oturup çay içmişlerse, yürüyenler de azalır haliyle.
Yorgun, bıkkın, bitkin, karamsar ve umutsuz kitleleri kolayca yürütemez çağrılar.

Yine de, Sur’da Kürtler sırra kadem bastı diye keyiflenmek ancak gaflettir.

“Sırra kadem basmak”; ortadan yok olmak, ortalıkta görünmemektir sözlüklerdeki karşılığına bakarsanız. Sır; gizli, gizemli şey de demektir öte yandan. Aynalar sırlanır ki, arkasını saklasın, bakanı aynanın ardına geçirmeyip ona kendi suretini göstersin.

Kürtlerin Sur’ra kadem bastığını sananlar, şimdi insanları yürüyemez yapan yıkımda kendilerini görüyorlar, bir bilseler. Yürümeyen, susan, ortalıkta görünmeyen kalabalıklar kim bilir içlerinde neler biriktiriyor. Onları Sur perdesi kalkınca ve epey geç kalmış olarak göreceğiz!

Sur’un sırrı, patlayan bombalı araçlarda, nereyi ne zaman tarayacağı belli olmayan uzun namlulularda, roketlerde değil. Onlar görülüyor şimdiden, daha da görülecek anlaşılan.

Sur’un sırrı o şimdi, “Yürümediler” diye keyiflenilen kalabalıklarda. Gaflet de, yürümemeyi, asıl sırrı yani, sırrın çözümü sanmakta!