Gündemin yoğunluğu içinde belki farkına varamıyoruz.

Bir gün sosyal medya fenomenlerini, bir gün futbol magandalarını, bir başka gün peşpeşe yapılan ve "suçlularla mücadele ettiklerine" sahtekârca inanmamızı istedikleri için yaptıkları besbelli mafya operasyonlarını, ertesi gün bir trafik kazasını ya da trafikte yaşanan kavgayı, bin sonraki gün bir kadın cinayetini, sonra bir depremi ve olası yeni depremleri konuşuyoruz.

Aslında güzel ve bahtsız ülkemin olağan gündemi...

Ancak, bütün bunları haklı olarak konuşmak, tartışmak ve nedenlerine odaklanmak gereğini bir yere koymakla birlikte, asıl odaklanmamız gereken "gerçek ve yakın tehlikeleri" de kavramamız büyük önem taşıyor.

Tarihi ve sonuçları açısından en üst düzeyde endişelenmemizi gerektirecek bir "yoğun kuşatma" altındayız.

Farkında mısınız?

Yaygın ifadeyle "4 bir yandan" ama detaylandırmaya kalktığınızda "44 yandan" bir kuşatma bu.

Öncelikle, ülkemizin geleceğini oluşturan çocuklarımız ve gençlerimizin beyinlerine ve vicdanlarına yönelik menfur bir saldırının, artık giderek daha "hayasızca bir akın" haline dönüştüğünü algılamalıyız. Bu saldırı, Cumhuriyet tarihimiz boyunca hep gerçekleştirilmeye çalışılan ama bugünkü dinci - faşist yönetim döneminde iyice üst boyutlara taşınan bir "gerici - yobaz" harekat şeklinde tezahür etmekte. Her seviyede okullarımızda din derslerini zorla empoze etmeye, yani "reşit olmayan bireylere bir dini hatta bir mezhebi dayatmaya" dönük eğitimi on yıllardır dayatan zihniyetin bugün artık ana okullarına kadar bu işi indirdiğini görmek lazım.

İlk ve orta dereceli okullarda "değerler eğitimi" dedikleri bir safsata slogan ile, sanki "tek olumlu değer" belli bir din hatta mezhepmiş gibi, İslami öğretileri çocuklarımıza "kutsal bir emirmiş gibi" zorla zerk etmeye çalışıyorlar.

Bırakın temel insan hakları ve pedagoji biliminin gerçeklerini, on yıllar boyu sağ iktidarlar ve darbeci yönetimler tarafından şekillendirilmiş bugünkü anayasaya dahi aykırı bir operasyondur bu. En başta Türkiye Cumnuriyeti Anayasası’nın 2’nci ve 24 maddelerinin lâfzına ve ruhuna taban tabana zıt bu uygulamalar ve dayatmalar, bireysel özgürlüklerimizin daha 4 - 5 yaşlarından başlayarak ayaklar altına alınmasını amaçlamaktadır. Bu da mevcut rejimin "dindar ve kindar nesiller yetiştirme" amacıyla tam anlamıyla uyumludur.

∗∗∗

İkinci bir "kuşatma" alanı, adalet ve yargı alanında yaşanmaktadır.

Mahkemelerin yetki alanları, atanmış yargıç ve savcıların giderek siyasi iktidarın güdümünde hareket ettiklerini artık iyice "gizlemeye bile gerek duymayan" davranış biçimleri ile ruh halleri, "hukukun egemenliği ve adil yargılanma hakkı"nın da en önemli vatandaşlık haklarından biri olduğu gerçeği ile taban tabana zıttır.

En somut örneğini Can Atalay davasında ve bu dava üzerinden teşebbüs edilen "Yargı (aslında anayasal düzene karşı) Darbesi"nde gördüğümüz üzere, en yüksek mahkeme tarafından dahi verilen kararların siyasi otorite tarafından "ırgalanmadığı" bir sistemin zorla tesis edilmesiyle, bireysel var olma hakkımız bile tehlike altına girmeye yüz tutmuştur.

Bir diğer kuşatma girişimi, mevcut iktidarın tam ve içinden çıkılması zor bir "buhran"a dönüştürdüğü ekonomik krizin aşılması için acımasız ve insanlık dışı bir "kemer sıkma" dönemine sokulmuş olmamızdır. 80 küsur milyon insandan alıp, bir avuç zengine servet aktarımını esas alan piyasacı tercihlerle, geniş halk kitleleri yoksulluğun girdabına daha fazla itilmekte, çalışanların hakları giderek daha fazla kısıtlanmakta, kölelik düzeni iyice kökleştirilmekte ve ağır sömürünün prangaları daha da sıkılmaktadır.

"En üst otoritenin" asıl direksiyonda olduğu, ancak aslında asıl emir ve talimatları sömürgen uluslararası finans sisteminden alan ekonomi kurmaylarının da ağızlarınndan kaçırdıkları gibi, "fedakarlık" adı altında hepimizin daha az kazanca ve daha az ekmeğe, bununla birlikte daha yüksek vergilere mahkum edileceğimiz bir dönem başlamıştır bile.

En somut örneği, her gün yapılan zamlarla dolaylı vergilerin "kanımızı emen" bir seviyeye yükseltilmesi ve hatta (Motorlu Taşıtlar Vergisi - MTV örneğindeki gibi) bazı vergilerin tarihi bir arsızlıkla iki kez alınmaya başlanmasıdır. Bu örneği başkalarının izlemeyeceğinin garantisi de yoktur.

∗∗∗

Yine bu acımasız kuşatma harekatının, kaçınılmaz olarak en önemli ayağını da hak ve özgürlüklerimize yönelik saldırılar oluşturmaktadır. Fikir, ifade ve basın özgürlüğüne yönelik baskılar her geçen gün daha da azgınlaştırılmakta, sosyal medyada da, yazılı ve görsel medyada da rejimin yasak ve cezalandırma girişimleri birbiri ardısıra üzerimize üzerimize gelmektedir.

Gazetesinden dergisine, ajansından televizyonuna, radyosunda internet kanallarına kadar her alanda medya, boğazlanmaya ve rejimin tehdit sopaları sallanmaya devam etmektedir.

Bütün bu ahval ve şeraitten daha elim ve daha vanim olmak üzere, toplumun üzerindeki baskıdan kaynaklı anlaşılabilir öfkesi, vatandaşların farklı gerekçelerle ama kabul edilemez biçimde birbirini vurup kırmasına yolaçmaktadır.

Spor alanlarından trafik kavgalarına, aile içi şiddetten kamusal alandaki hadiselere kadar herkes deyim yerindeyse "sopayı kapıp" birbirine yönelmektedir.

Çare, bu kuşatmayı ve rejimin asıl yapmak istediğini, yani faşizmin konsolidasyonunu engellemek için, ezilenlerin ve rejim mağdurlarının örgütlü mücadelesidir.

Hayatın her alanında bu gerçeği kavramazsak, iş işten geçmiş olacaktır.