Bu yazının yayımlandığı günün bir önceki akşamı, sadece finans aktörlerinin haftalardır beklediği değil, borç sahibi tüm vatandaşları yakından ilgilendiren Merkez Bankası faiz kararı açıklanmış olacak

Bu yazının yayımlandığı günün bir önceki akşamı, sadece finans aktörlerinin haftalardır beklediği değil, borç sahibi tüm vatandaşları yakından ilgilendiren Merkez Bankası faiz kararı açıklanmış olacak. Bu yazı maalesef açıklanma saatine yetişemediği için kesin sonuçları değerlendirme fırsatı yakalayamıyoruz.

Lakin hazır günden yine faizleri işaret ediyorken, ister yükseltilsin ister sabit tutulsun, faiz-enflasyon-kur kıskacına sıkışmış bir ekonominin açmazlarına değinme fırsatını da kaçırmayalım.

Öncelikle faiz konusunda Erdoğan nezdinde Y. Bulut ve Babacan arasında süregiden tartışma, AKP’nin yönettiği ekonomik modelin ürettiği sonuçların dengeyi bozduğuna işaret ediyor. Bu dengenin yapay bir denge olduğu, sıklıkla gazetemizde ifade edilmişti. Yüksek reel faizle dış kaynağa bağımlı bir ekonomiyi şişen bir balon gibi patlamaya doğru sürükleyecekleri ortadaydı. Neticede kulağımızı tıkadık patlama anını bekliyoruz.

Faiz, şüphesiz Merkez Bankası için cari açık, dış ticaret açığı, kur tehlikesi vb kırılganlıkları ve riskleri sürdürülebilir kılmak için/yönetmek için bugün kullanması gereken bir araç. AKP’nin bugüne kadar topluma bir başarı öyküsü olarak sunduğu ekonomik büyümenin temel dayanağı dış tasarrufları gözeten, iç taleple desteklenmiş, yüksek faiz-düşük kur üzerine kurulu bir modeldi. Yüksek reel faizle küresel sermayeyi ülkeye çeken bu sayede kuru düşük tutan, kur düştükçe özel kesime ucuz maliyetli borçlanma ve bankalara ucuz maliyetli kredi satma olanağı sunan, böylece ücretli kesimi borç batağına sürükleme pahasına da olsa borçlandıran ve buradan iç talep yaratan bir modeldi. Merkez Bankası da bu modeli işler kılan, kur-faiz ve enflasyon parametrelerini küresel dinamiklere göre belirleyen kilit bir oyuncuydu, şimdiki görevi de bu rolü sürdürmek.

Nitekim henüz Köşk’e çıkmadan ülkenin hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakanı olarak tarihe geçen Erdoğan cephesinden faiz, öncelikli olarak alım gücünün borçla desteklenmesine imkân veren, bu sayede yarattığı müteahhit zenginlerinin konutları üzerinden bir iç talep yaratılmasına olanak sağlayan bir araçtı. Düşük tutulursa, vatandaşlar olmayan gelirleriyle borçlanarak konut sahibi olmanın dışında araba, beyaz eşya vb malları alabilecek yahut sağlık ve eğitim harcamalarını karşılayabileceklerdi.

Hatırlanırsa 2001 yılında Derviş-IMF operasyonuyla ortaya konulan projede sermayenin ya da ulusötesi şirketlerin varlığını güvence altına almak adına devletin yeniden yapılandırılması süreci başlatılmıştı. Düğmeye basıldıktan sonra 2002 ile başlayan dönemde AKP bu sürecin mimarı oldu. Mali disiplin adı altında kamu harcamalarının, kamu hizmet üretiminin ve kamu istihdamının en asgari düzeye indirilmesi, devletin buradaki “yükünü” sermayeye muazzam bir kaynak olarak devretmesi hedeflendi. Bunda epey başarılı olduğunu söyleyebiliriz; keza her şeyin herkes için satılık olduğu günleri yaşıyoruz. Kamunun tek kuruş harcamadığı, yerine küresel sermaye için yakıt deposu oluşturduğu bu dönemi AKP, önceki yıllara göre nispeten düşen faiz avantajını kullanarak yap-işlet modeli üzerinden duble yollar, şehir hastaneleri, köprü, havalimanı vb altyapı projeleriyle “yatırımcı devlet” imajını çizerek, topluma böyle bir algıyı pompalayarak geçirdi. Seçim dönemlerinde bu malzemeler sıkılıkla karşımıza çıkıyor. Bunun dışında ihale dolaplarıyla oluşan sıfırlanamayan serveti ve yandaş-zenginlerini de burada atlamayalım.

DENGE BOZULDU
MB’nin faiz kararı ne olursa olsun, ekonomide iç ve dış kaynaklı sıkışma 2015 Genel Seçimleri’ne doğru ilerlerken ciddi bir basınca dönüşüyor. Buraya kadar bahsettiğimiz ekonomik rejimin öğeleri zaten sürdürülebilir olmayan bir modeli işaret ediyor. Ücretli kesimin hızla alım gücünün gerilediği, enflasyonun yüzde 10’lara dayandığı, işsizliğin tırmandığı bir gidişata dur diyemiyor AKP. Neoliberal ekonominin tipik sonuçları olan bu olguları kapitalizmin kendi mantığıyla yönetebilmekten de uzak; vahşice-hak hukuk tanımadan ücretleri, hakları tırpanlıyor, dağ taş orman ne varsa satıyor, güvencesiz-ölümle burun buruna bir çalışma yaşamını dayatıyor.

Bu ilkelliğin aynı zamanda kendi ayağına kurşun sıkmak olduğunu bundan çok uzun bir zaman önce farkına varan merkez ülkeler, istihdam ve yoksulluk gibi sorunları yönetmeye giriştiler. Örneğin FED, işsizlikle mücadeleyi öne sürerek zaman vermese de parasal sıkılaştırmayı gündeme getiriyor ki bu artık küresel para bolluğunun sona ermesi demek. Diğer bir yandan işsizliğin %25’leri aştığı, alım gücünün hızla gerilediği Avrupa’da, Avrupa Merkez Bankası Bşk. ekonomide “durma noktasını” işaret ediyor.  Türkiye’nin en büyük ihracat partneri olan Avrupa’nın girdiği bu sarmalın yanında diğer büyük ortak Irak’ın içinde bulunduğu malum durum göz önüne alınırsa 2015’te değirmenin suyu da İstanbul’un suyu gibi kuruyacak…