Adını koyalım; arada sırada çıkıp açıklama yapan, yaptığı açıklamalar da sıradan bir ekonomik analizin ötesine geçmeyen, hiçbir müdahale etkinliği bulunmayan, para politikalarının yöneticisi değil paranın esiri haline gelmiş kuruma Türkiye’de Merkez Bankası denir.

İçinde bulunduğu dönemin siyasi ve toplumsal sistemlerinin bir parçası olarak uygulanan ekonomi politikalarının bir parçası olarak tarih sahnesinde birçok kez değişen/dönüşen bir konumu var Merkez Bankası’nın. Kurulduğu 1930’lu yıllarda temel amacının, dönemin gerekliliklerine uygun olarak ülke kalkınmasını desteklemek olarak belirlendiği kurum, 1970’li yıllarda amacını kamu açıklarını finanse etmek olarak revize etmiş, spekülatif finans akımının önündeki her türlü engellerin kaldırıldığı 1980 sonrası dönemde de yüksek enflasyon, ekonomik daralma ve bozulan ödemeler dengesi gerekçesiyle neo-liberalizme entegrasyonun önemli araçlarından biri olarak konumlandırılmıştır. Ulusal sanayi, istihdam ve kalkınmaya dayalı bir büyümenin desteklenmesi fikriyatı literatürden tamamen kaldırılmış, piyasa neylerse güzel eyler diye diye 80’lerin sonuna doğru döviz piyasaları ve sermaye hareketleri tümüyle serbestleştirmiştir.

2001 kriziyle birlikte birçok neoliberal yapısal dönüşümün hayata geçirildiği dönemde MB da önceliklerini güncellemiş, fiyat istikrarı yani enflasyon hedeflemesine geçmiştir. 2001 yılında “Derviş reformları” olarak bilinen dönüşüm sürecinde muazzam boyutlarda spekülatif sermaye girişleri eşliğinde ucuz dolar dönemi başlamış; 2001’de 31 milyar dolar olan ihracat 2008 yılında 132 milyar dolar seviyesine ulaşarak 4 katlık bir artış yaşamış, bu artışın kaynağı da ucuz ithalat olmuştur. Aynı dönemlerde söz konusu ithalattaki artış ise 5 kat büyüklüğüne ulaşırken, dış ticaret açığındaki artış 7 katı bulmuştur. Böylesi kuralsız ve tüm makro dengelerin piyasanın spekülatif doğasına terk edildiği bir düzende MB, oluşan tüm dengesizliklerden ülke ekonomisini parasal önlemlerle korumak yerine bu mekanizmayı teşvik edecek söylemler silsilesinde enflasyon öngörülerini ilan etme gibi sığ bir role bürünmüştür.

Şüphesiz borçlanmaya sırtını dayamış, küresel finans akımlarına bağımlı olarak büyüyen bir ekonomide etkin bir para politikası üretmek neredeyse imkansız. Elde hala etkin halini koruyan faiz silahı var ki, o da Saray politikalarına ters düşüyor. Zira tüketim harcamaları büyümenin önemli bir kaynağını oluşturuyor. Faizlerin baskı altında tutulması, borçlanmayı teşvik ediyor, geliri artırmadan tüketimi artırmanın AKP açısından en etkili yolu borçlanma olduğu için MB faize dokunamıyor. Baskı altında tutulan faiz ise üretim maliyetlerini dolaylı yoldan artırıyor. Küresel piyasalardan TL’ye kaynak çekebilecek bir yüksek faiz var olmadıkça, TL’den para çıkışı devam ediyor, döviz kuru yükseliyor, üretim sürecinde çok büyük bir paya sahip olan ithal mallar pahalı hale geliyor. Lakin bakıldığında zaten AKP yönetimindeki Türkiye çoktan ihracatçı bir ülke olma iddiasını kaybetmiş halde. Dolayısıyla üretim ve istihdam kesiminde yaşanan sıkıntı Saray’ın da çok ilgi alanına girmiyor. Aman faizler artmasın, insanlar AVM’lerden çıkmasın, konut almamazlık yapmasın, inşaat yatırımlarına-ihalelere-Toki’mize zeval gelmesin. Kaygı tamamıyla bu.

Yarını belli olmayan bir ekonomide hedef koyma?

Diğer bir yandan MB’nin yegane hedefi ve işi olan Enflasyon Hedeflemesi uygulamasına bakalım;

Hedefleri hiçbir türlü tutmayan MB, örneğin 2006’da enflasyona yüzde 5 hedef koymuş, gerçekleşme yüzde 9,7 olmuş. Enflasyondaki gidişatı da mı görmüyor musun be kardeşim diye insanın sorası geliyor, zira 2007 ve 2008 yılında gerçekleşen enflasyon rakamları sırasıyla yüzde 110 ve yüzde 152’lik sapmalarla hedeften şaşmış. Örneğin 2008’de yüze 4’lük hedefe karşılık gerçekleşme yüzde 10,1 olmuş.

Gelelim günümüze… 2015 yılı için MB hedefi yüzde 5 idi, yüzde 8.81 olarak gerçekleşti.

2015 Aralık ayında açıklanan 2016 yılsonu enflasyon hedefi ise yüzde 6,5 düzeyindeydi. Geçen gün yüzde 7,5’a çekildi.

Görüldüğü üzere enflasyon hedeflemesinin reel fiyat düzeyinin yönetilmesine dair hiçbir gerçekliği yok.

Peki niye var?

Örneğin yüzde 10’luk enflasyona rağmen hedefi yüzde 4 koyarsanız, yatırımcı artık sizin tahmininize inanmaz ama ücret zamlarını yüzde 4’e ayarlı belirleyebilirsiniz. İşte bugün Merkez Bankası’nın varlığının tek hissedildiği yer de burasıdır.