Türkiye’de doğup büyümüş, burada yaşayan bir insan, 2023’ün dünyasında bir Atatürk dizisi ya da filminden ne bekler?

Ne zaman ve nerede doğduğunu, anne-babasının kimler olduğunu, sırasıyla hangi okullarda okuduğunu, yaz tatillerinde dayısının tarlasında ne yaptığını, Kemal adının nereden geldiğini, askeri öğrencilik yıllarını, dolaştığı cepheleri, Çanakkale’yi, işgal İstanbulunu, Samsun’u, Erzurum’u, Sivas’ı, Ankara’yı, Sakarya’yı, 23 Nisan’ı, 30 Ağustos’u, 29 Ekim’i, devrimleri, 10 Kasım’ı ezberleyerek büyümüş, ilk ve ortaöğretim yetmiyormuş gibi üniversitede bile İnkılap Tarihi dersleri almış, Falih Rıfkı Atay’dan Şevket Süreyya Aydemir’e kadar birçok yazarın kitaplarını okumuş, TRT yapımı Kurtuluş (1994) ve Cumhuriyet (1998) dizilerini, Mustafa (Can Dündar, 2008) ve Veda (Zülfü Livaneli, 2010) gibi iki başarılı biyografiyi izlemiş ortalama bir TC vatandaşı, bir dijital platformun yapacağını duyurduğu Atatürk dizisinden nasıl bir farklılık, yenilik ya da üstünlük bekler ki, platform projeyi iptal ettiğinde topyekün bir protesto girişiminin parçası olur?

***

Bunu polemik yaratmak için değil, yanıtını gerçekten merak ettiğim için soruyorum. Kişisel bazı örneklerle biraz açayım: Devasa Hollywood yönetmenlerinden Ridley Scott’ın kasımda gösterime girecek filmi Napolyon’u hiç merak etmiyorum. Ortaya mutlaka güzel, baştan sona müthiş bir özdeşleşme süreciyle izlenen, standartların üstünde ve ihtişamlı bir film çıkacaktır; Avrupa tarihinin o dönemini bilmeyenler ya da Hollywood tarihsel dramalarını sevenler için iyi bir seyirlik olacak, Joaquin Phoenix’in oyunculuğu bir kez daha alkışlanacaktır vs. Hatta Napolyon ismini şimdiye dek sadece ‘grandiyöz kimlik hezeyanı’ndan mustarip delilerle ilgili fıkralarda duymuş gençler açısından ilginç bir aydınlanma deneyimi bile olabilir bu film. Ama ben şimdiye dek o kadar çok Napolyon (ve Josephine!) anlatısı okuyup izledim ki, “Hollywood’un neden 2023’ün dünyasında bu filmi yapma gereği duyduğu” sorusunun yanıtı hariç -ki bunun da sosyo-politik düzeyde Putin-RTE-Trumpgiller dönemiyle, Trump’ın narsisistik kişiliğiyle, parlamento baskınıyla, sürmekte olan Trump soruşturmalarıyla bağlantılı bir tercih olduğu belli- Napolyon filmini hiç merak etmiyorum. Tabii ki izleyeceğim, ama bu film için rahatlıkla ‘olmasa da olur’ diyebiliyorum.

Biraz daha açayım: Anadolu demografisini onarılmaz biçimde bozan ‘mübadele’ sırasındaki Atatürk’ü, Ege’nin iki yakasından insanlar korkunç bir belirsizlik içinde yola düşerken Atatürk’ün neler düşündüğünü, -Selanik ve Manastır günleri hiç gözlerinin önüne gelmiş midir, Eleni’yle aşkını anımsamış mıdır acaba?- ardından ‘Şark Islahat Planı’nın gelişimini, Sabiha Gökçen’in Dersim dağlarını bombalamasının gerekçelerinin nasıl üretildiğini de anlatan bir yapım izlemeyi doğrusu çok isterim. Şimdiye dek yapılmayan, bundan sonra da kolay kolay yapılabileceğini sanmadığım böyle bir dizi veya film yapsın bir platform, bölüm sektirmeden izleyeceğime emin olabilirsiniz!

***

Ama Disney+’nın paylaştığı fragmana bakılınca, bunun hiç de yeni ve farklı bir Atatürk anlatısı olmadığı görülüyor. Bu yüzden soruyorum: ‘Olmasa da olur’ bir Atatürk dizisi, Atatürk’ün yaşamöyküsünü neredeyse kendi aile büyüklerininkinden daha iyi bilen bu seyirci kitle için tam olarak ne ifade ediyordu da, iptal kararı sonrası böyle bir tepki, böyle bir ‘tek dil-tek din-tek devlet-tek yürek’ kampanyası başladı?

‘Cumhuriyetin 100. yılı duyarlılığı’ diyenler olabilir; şu 100. yıla nasıl girdiğimize bakılırsa bu çok da isabetli bir açıklama değil. Bu öyle tuhaf, geniş, şiddetli bir kampanya ki, dizinin iptalinde ABD’deki Ermeni lobisinin etkisi olduğuna dair söylentiler üzerine, bazı ‘sol liberal’ yayın organlarında Ermeni Soykırımı’nın aslında olmadığını söyleyen yazılar bile yayımlandı.

Disney+’nın kararında Ermeni lobisinin, Hollywood’daki oyuncu grevinin veya küresel düzeyde umdukları kadar kâr edememelerinin ne denli etkisi vardır, bilemiyoruz. Ama bu iptal kararının “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”culara, “Dış mihraklar bizi kıskanıyor”culara, “Bu bir beka sorunudur”culara epey iyi malzeme çıkardığı ortada.

İktidar için meselenin Atatürk olmadığını anlamak hiç de zor değil: AKP, kültürel düzeyde ilk günden bu yana kavgalı olduğu yerli ve yabancı dijital platformları baskılamanın yeni ve ‘kitle destekli’ bir yolunu bulmuş oldu. Böylece, devasa ölçülerdeki yandaş medyaya ve RTÜK’e rağmen bir türlü tamamlayamadıkları ‘ses kısma’ sürecinin yeni bir aşamasına geçebilecekler.

Peki ya muhalifler -öyle olduğu iddia edilenler? Onlar neyin peşinde?