1 Kasım seçim sonuçları AKP de dahil olmak üzere şüphesiz tüm ülkede şaşkınlık yarattı. Rasyonel hiçbir açıklaması olmayan bu sonuç tablosu, “nasıl olur”, “nereden geldi bu oylar”, “AKP’ye kim neden oy verir” gibi soruların yanıtlanmaya çalışıldığı gündemde tartışılmaya devam ediyor.

Tartışma başlıklarından biri, 7 Haziran seçimleri sonrasında tek başına iktidar olma gücü elinden alınan AKP’nin ülke gündemini iş-aş-geçim meselesinden can güvenliğine çekmesi ve bu sayede sağ tabandaki oyları savaş arenasında konsolide edebilmesine ilişkin. Kuşkusuz patlayan canlı bombaların gölgesinde sürüp giden bir yaşamda can güvenliği kaygısının, ekonomik sorunlardan daha yüksek bir önceliğe sahip olması normal. Kaldı ki bunun bile tek başına AKP karşıtı bir kararı sandığa taşıması beklenirken, durumu tersine değiştiren etmenler önemli. Zira bölgeyi de kapsayan çelişkili zoraki ittifakların oyun tahtasına dönen ülkenin, savaş aritmetiğiyle giderek şiddet sarmalının içine sürüklenmesi ve toplumun kimlik ve mezhepsel temelde daha derin bir kutuplaşmanın içine itilmesindeki başrol oyuncularının hadi bırakın siyasi analizleri, kendi sesleriyle nasıl bir rol icra ettiklerine şahit olduk…
“400 vekil verseydiniz, Dağlıca olmazdı”/Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan
“Türkiye’de intihar eylemi yapabilecek kişilerin belli bir listesi, şeyi dahi var”/ Başbakan Ahmet Davutoğlu…
Ve seçimlere birkaç gün kala… “Beyaz Toroslar yolda!”/Başbakan Ahmet Davutoğlu…
Sözün özü 7 Haziran sonrası “Beyaz Toros” ayarına dönen bir AKP vardı ve Saray da Başbakanlık da bunu ifade etmekten ve seçim tehdidi haline getirmekten kaçınmıyordu.
Bunlar ülke hakikatleriyken, peki bu hakikatler kaç tane gazetede, televizyon programında yer aldı? Bir elin parmaklarını geçmez. Bu hakikatleri sokakta, mahallede yahut işyerinde anlatmaya çalışanlar olmadı mı? İşte bunu anlatmaya çalışanlar vardı, hem de kitleler halinde, hani o Ankara Garı önünde insanlık dışı yöntemlerle katlettikleri…

“Ya sürünmeyi kabul edersin
ya da yok olursun”
Velhasıl 5 aydır her gün yeni bir kabusa uyandırıldık. En kötüsü de bu durumun sona ermemiş olması. Birleşik Haziran Hareketi’nin seçim sonuçlarına ilişkin yayınladığı açıklamasında dediği gibi “Ölümü gösterip AKP’ye Razı Ettiler”.
Tam anlamıyla “Ya sürünmeye devam et, ya da yok edeceğiz!”…
Nitekim AKP’nin 2002’den bu yana genel seçimlerdeki oy toplama stratejisinde bu tehdide benzer birçok hamleye tanık olduk. Zora ve savaşa bu denli sarılmamış olsa bile, “ben yoksam istikrar yok, istikrar yoksa kriz var” ile aynı anlamı taşıyan üstü kapalı tehditlerdi bunlar. “İşinizi, ücretinizi mi beğenmiyorsunuz, ben gidersem onu da bulamazsınız” gibi… “borç ağır mı gelmeye başladı, ben gidersem istikrar bozulur, dolar uçar, o borç üzerinize çığ gibi çöker” gibi…
Aşağıda yer alan tablo AKP’nin aldığı oy oranları ve ekonomik alanda bir kısım makro verilerle özetlenmiş bilançosunu göstermekte. 2013’e kadar ekonomik büyüme hızlanmış, işsizlik- enflasyon düşmemiş. Büyüme hızlanmış, büyümeden emekçilerin aldığı pay %20’lerde kalmış. Dış borç almış başını yürümüş, 2002’den bu yana artış yüzde 200’ü geçmiş, yani kreditörleri başımıza saranlar kreditörleri 4 kat daha egemen kılmışlar. Ekonomik dinamikler yozlaştıkça ve bozulma hızlandıkça dolar kuru 3’e dayanmış, tükettiğimiz her mal ve hizmetin fiyatını yukarı çekmiş. İşsizlik, yoksulluk, kamu hizmetlerinden yoksunluk, can güvenliği olmayan işlerde çalışmaya zorlanma artmış, bunun yanında AKP oylarını %34’ten %49’a taşımış.
Kısaca ülke ekonomisini giderek bozan bir parti, oylarını çoğunlukla artırarak her seçimden birinci parti olarak çıkmış.
•••
Özetle, hegemonik güç olma iddiasını 2013 Haziran direnişiyle kaybeden AKP, kendisinin baskı ve zora dayalı sürdürebilir kılmaya devam ediyor, toplumu “istikrar” başlığına sıkıştırılmış ekonomik tehditlerle sürünmeye, “Beyaz Toros” tehditleri ile de esasında “akToros”lara mahkûm edebiliyor.
Nitekim hile, hurda, tehdit, şantaj vb yöntemlerle iktidar koltuğunu gasp etmek ayrı, hegemonik bir güç olmak ayrı. Dolayısıyla AKP, 1 Kasım öncesi gerileme sürecinin-şimdi yavaşlayacak olsa bile- önüne geçemeyecektir.
Asıl mesele ise baskı ve tehditle sindirilmiş bir toplum olmanın önüne geçecek barikatları örmektedir. Sıtma ile ölüm arasına sıkıştırılmış seçeneğin dışında üçüncü bir seçeneği inşa etmek, özgür bir gelecek kurmanın zeminlerini döşemektir; düzenin çürümüş nüvelerini, yeni değerler kurarak söküp atmaktır.
Alacakaranlık çöktüğünde kanatlarını açarak havalanan Minerva’nın Baykuşu’nu unutmayın. Zira karanlıkta bir fener gibi yolu aydınlatır, ta ki güneşin altın ışıklarıyla gün doğuncaya dek…