Bunu ilk kez yapmıyorlar.

Sistematik olarak bu ülkenin sahip olduğu en kutsal en anlamlı emanetlerden birine, yani “Cumhuriyet”e küfretmek, bugünkü iktidarın “tepesinden tırnağına” kadar hemen her unsurunun adeta günlük meşgalesi, hobisi, belki de yemin ederek ant içerek yapmaya koyuldukları bir misyonu haline gelmiş gibi görünüyor.

Kimi zaman bir “parantez” olarak nitelediler 1923’te açıldığını iddia ettikleri.

Kimi zaman, bir “esaretten” hattâ “zincirden” söz etmeye yeltendiler.

Kimi zaman, bu toprakları gerçekten birleştiren ve antiemperyalist mücadeleye kan vermiş can vermiş her ırktan, her etnik kökenden, her din ve mezhepten insanı birleştiren “gerçek şemsiyeyi” yani ulusal kimliği unutturup sanal bir “ümmi şemsiye” yaratmaya çalıştılar.

Sanki “ümmet” denen bir şey gerçekten varmış da, tek bir ortak “dini rehberlik” altında dünyanın o dinden olan tüm insanları da bir tek rehberin arkasından yürümek istermiş de, o amaçla da bu ülkedeki dinci siyasi hareketin liderini de “lider – başkan - şef” kabul ediyorlarmış gibi uyduruk bir algı yaratmaya çalıştılar.

Bunu, kendi zihinlerinde yapmaya kalkışmalarına tahammül etmeye çalıştık. “Olabilir, hayal kurmak serbesttir. O da kendi hayaliyle kavrulsun ve istediği yere savrulsun” diye tolerans göstermeyi denedik.

Ama bunu, aslında hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, başka ve kirli bir emelle birleştirdiler. O haince emel de, “Cumhuriyet”i hedef almak ve temellerini yıkarak ortadan kaldırmaktı.

Geçen 21 yıllık süre içinde, yani 100 yılın yaklaşık son 1/5’lik bölümünde, attıkları her adım, aldıkları her karar, yıktıkları her bariyer, empoze ettikleri her zehirli ilke ile bunu gerçekleştirme yolunda büyük adımlar attılar.

1919 – 1923 yılları arasında verilen ve belki de sadece bu toprakların değil, dünya tarihinin en kutsal, en kahramanca en fedakârca antiemperyalist savaşının önderlerine etmedikleri hakareti bırakmadılar. Onları “put” diye nitelendirip, sözüm ona dini kavramlarla karşı karşıya getirmeye, “Puta değil kitaba ve kitabın öğretilerine tapının” demeye getirdiler.

Sayesinde var olduğumuz ve aldığımız nefesi bile borçlu olduğumuz bu Cumhuriyet’e ve kurucularına sürekli tepeden bakmaya kalkıştılar.

Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolda kazanılan en önemli zaferleri, en önemli dönüm noktalarını anmaktan, devrimlerin okullarda öğretilmesinden imtina edip, yıldönümlerinde ya ortadan kayboldular, ya da kutlanmasını, kurucuların da anılmasını fiilen engellemeye çalıştılar.  Törenleri kimi zaman “hastalık bahanesiyle es geçmeye”, kimi zaman başka olayları bahane gösterip resmen iptal etmeye, kimi zaman da “düşük profilli kutlamalara hapsedip” tarihi bağlamın içini boşaltmaya gayret ettiler.

Dünyanın, onurlu tüm milletlerinin seve seve ve yürekten gelerek yaptığı şeyi yapmak isteyen bu milletin “kurucu atalarının anıtlarına çelenk koymasına” bile engel olup, anıt önlerinde kavgalar çıkarttılar.

Önemli milli günlerde düzenlenen gösterileri, törenleri ve resepsiyonları, hep bir bahane bularak iptal ettiler ya da ertelediler.

1919’un 100’üncü yılında, bu toprakların tarihindeki en önemli dönüm noktası 19 Mayıs’ın, yani ulusal kurtuluş savaşının meşalesinin yakıldığı yıldönümünün kutlanmasını türlü çeşitli bahanelerle engellediler.  1920’nin yani “Ulusal irade”nin ilk tesis edildiği tarihin de 100’üncü yıldönümünde bu kez virüsün (pandeminin) arkasına gizlendiler kalleşçe.

Şimdi geldik 1923’ün, yani Cumhuriyet’in yıldönümüne.

Yaptıklarını görüyoruz hep birlikte.   Etkinlikleri birer birer iptal ederek, kutlamaları zayıf bir hüviyete süründürerek bu kutsal günü bu millete zehir etmenin derdindeler.

Oraya buraya astıkları posterlerde “3000 Yıllık Devlet, Asırlık Cumhuriyet” gibi densiz bir sloganı kullanıyorlar.
Bu sloganla, elbette “Bu topraklar 100 yıl önce kurduğunuz Cumhuriyet ile var olmadı. Bu son 100 yıl önemsiz bir ayrıntı” demeye getiriyorlar.

Bir tanesi, daha ileri giderek, bir kentimizin kalesine böyle bir günde ve haftada bağımsızlığımızın simgesi bayrağımızı asmak yerine Filistin bayrağı asarak, Filistin topraklarındaki zulmü de utanmazca istismar ederek, Cumhuriyet değerlerine açıkça yeni bir saldırı düzenlemeye bile kalkışıyor.

Eleştirenleri de “100 yıllık narkozun etkisinde davranmakla” suçluyor.

Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde kurulan Şanlı Cumhuriyet’i ve o Cumhuriyet’in ilkelerini, devrimlerini bu toprakların halkını “uyuşturmak, uyutmak” amaçlı bir narkoz diye niteliyor.

Sensin “narkoz”!

Asıl, “uyuşturucu ve asıl zararlı” düşünceler, yani özellikle laikliği hedef alan gerici kavganız ve minicik bebelerden başlayarak tüm toplumun damarlarına zerk etmeye çalıştığınız “zehir”, senin beyninden ve yüreğinden geçenler.

Bu kafa, 100 yıl önce de, bağımsızlığını isteyen halkın kovduğu emperyalistlerle işbirliği yapıp Kuvayı Milliye’yi engellemek isteyen kafa.

Bu kafa, mandacı, işbirlikçi, sömürgenlerle aynı yatağa giren, halkın ezilmesinden sadistçe zevk alan faşist kafa.

Bu kafa, özgürlük ve bağımsızlıkla, laiklikle, demokrasi ile, her türlü özgürlüklerle sorunu olan ve bunların hepsini elinden gelse ilelebet toprağa gömmeyi arzulayan kafa.

İşte tam da bu yüzden, kurucu önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yaptığı çağrıyı her fırsatta bir kez daha suratlarına çarpmayı bir borç biliyoruz.

O’nun, “Türk İstiklalini ve Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek” diye tanımladığı görevimizi asla unutmuyoruz.  Yine O’nun tanımıyla, “Mevcudiyetimizin ve istikbalimizin yegâne temelinin bu olduğunu, bu temelin en kıymetli hazinemiz olduğunun” bilinciyle.

Yaşasın Cumhuriyet!

100’üncü YIL KUTLU OLSUN!