“Hesabı sorulacak!” Kimden? Dayıbaşından mı?
Soma’daki iş cinayetiyle literatüre girdi “dayıbaşı” kavramı. Ve şimdi ne olsa sorumlusu o. Sanki bu iş cinayetleri kapitalist düzenin fıtratında yokmuş, düzenin sahipleri olan patron ve taşeronları, hükümet ve devletin silahlı güçleri topyekûn işçinin karşısında değilmiş gibi.

Peki Isparta’da ne yapacağız? Bırakın iş cinayetini, iş kazası bile sayılmayan, “trafik kazası” diye geçiştirilen olayda, anaakım medyanın mevsimlik işçi sistemine laf edememesinden dolayı, “dayıbaşı faciası” diye manşet atıp tüm olaylarda suçu zincirin en altındakine atıp kurtulmasını mı izleyeceğiz? E Isparta’da dayıbaşı da öldü, o zaman yapacak bir şey yok. Allah taksiratını affetsin?

500 bin çocuk tarlada
Konuyla ilgili kanun bile değil, bir yönetmelik var: Tarımda İş Aracılığı Yönetmeliği. Kimsenin haberdar olmadığı, haberdar olsa da uygulamadığı bir yönetmelik. Umursayan da yok denetleyen de.

Hayata Destek Derneği’nin verilerine göre Türkiye’de 6-17 yaş arası 16 milyon 264 bin çocuk var, çocukların yüzde 6’sı çalışıyor. Çalışan 985 bin çocuğun yaklaşık yarısı tarım sektöründe çalışıyor. Yani, mevsimlik işçi.

Örneğin fındık hasadında valilik genelgelerine göre minimum çalışma yaşı 16. Gerçekte bu yaş, 11’e kadar düşüyor. Zaten çalışmasalar da evde kendilerine bakacak kimse yok, bütün aile mevsimlik işçi. O yüzden işçi olsun ya da olmasın, 6 aylık bebek de okul çağındaki çocuk da işçi çadırında büyüyor.

Okul çağı dediğime bakmayın, yine Hayata Destek Derneği’nin raporuna göre, ilkokulu bitirmiş ama okula doğru dürüst devam edememiş olduğundan okuma yazma bilmeyen çocuklar var bu çadırlarda: “Aileleriyle birlikte göçmek zorunda kalan çocukların büyük bir çoğunluğu devamsızlıktan sınıfta kalıyor ya da e-okul sistemi üzerinden sınıfı geçiyor ama yaşıtlarından çok geride kalıyor. 5. sınıfa gidip okuma yazma bilmeyen çocuklarla karşılaşabiliyoruz. Sonraki senelerde okula gitseler de yaşıtlarına yetişemediklerinden okulu tamamen bırakmak zorunda kalıyorlar.”

Çocuklar doğduklarından beri yaptıkları bu işi ebeveynlerinden miras alıyorlar, çocuklarına miras bırakmak üzere.

Çadırda tozun toprağın içerisinde yakalandıkları hastalıkların ve temiz suya ya da tuvalete ulaşamama sıkıntısının yanı sıra soludukları tarım ilaçları da cabası.

Bizi şehre almıyorlar’
Bir de bu işin “bölge” boyutu var. Ordu, Fatsa, Giresun ve Sakarya’ya çalışmak için giden Kürt aileler, birkaç yıl önce İnsan Hakları Derneği çalışanlarına yaşadıklarını şöyle anlatmıştı:

“Adıyaman’dan 11 kişilik minibüsle, evden yanımıza aldığımız yatak yorganlarımızla 14 kişi yola çıktık, dünden beri yollardayız, işsiz olduğumuz için buralara ekmek paramızı kazanmaya geldik, fakat daha iş bulmuş değiliz. Gidecek başka bir yerimiz olmadığı için yol kenarında kalmak zorundayız. Şehir içine gittiğimizde sorun çıkıyor, bizi bu şekilde almıyorlar şehre. (49 yaşında, evli 8 çocuk babası S.A.)”

“6 çocuğum var, iki gün oldu geleli sadece eşim iş buldu, su yok, çocuklarım neredeyse bitlenecek, sağlık personeli diye hiçkimse gelmiyor... Bazen insan olmaktan utanıyorum. (Urfa’dan gelen N.)”

“Kaldığımız yer çok kötü, elektrik yok, su yok, tuvalet yok, perişanız, bize yardım edecekleri yerde kovmaya çalışıyorlar. Kocam bir iş buldu, evden 5 kişi çalışıyorlar, 27 TL yevmiye alıyorlar, biraz da dayıbaşına veriyorlar. Geceleri çocuklarım çok korkuyor burada, kimseyle iletişim kuramıyoruz. (Urfa’dan Şemse Baykara, 56 yaşında, evli 6 çocuk annesi)”

Tarım işçileri medyaya yansıdıkça, ekonomistler de çıkıp akıl veriyor köylüye. Kotadan, GDO’dan, İMF politikalarından bahsetmeyip yüzyıllardır ekilen tütünün neden artık ekilmediğini sorgulamayıp suçu köylünün “tembelliğine” atıp çıkıyorlar işin içinden.

Kapitalizm, madende, tarla yolunda, inşaatta ölen işçilerin suçlu çıkarıldığı düzendir.