Burada söz konusu olan da ben değilim. Şubatın ilk Cumartesi öğleyin Kadıköy çarşısına gitmek üzere Söğütlüçeşme köprüsünün altından geçer geçmez burun buruna geldik söz konusu kişiyle!

O şekilde kenardan: Oturmaya mı geldik?

... Ne münasebet tabii ki oynamaya! Ben böyle yanıt veriyorum ama herkesten de aynı “performans”ı bekleyemeyiz elbette! Yok öyle her gittiği yerde, düğünde dernekte kaldırıp kolları oynayanlardan değilim ama, ölüde ağlamak diride gülmek diye de bir şey var, bilirim. 

Neyse burada söz konusu olan da ben değilim. Şubatın ilk Cumartesi öğleyin Kadıköy çarşısına gitmek üzere Söğütlüçeşme köprüsünün altından geçer geçmez burun buruna geldik söz konusu kişiyle! “Burun buruna” klişe, göz göze gelsek onu da yazardım, ama öyle olmadı, o tümüyle kendi havasındaydı. Bana “kısa kes Aydın havası olsun!” diyebilirsiniz, fakat onunki Angara havasıydı! Çocukluğumda, yani eskiden başındaki T, Türkiye’nin T’si olan, şimdiyse kimin olduğu bilinmeyen TRT’nin radyosunda Vehbi Koç konuşurdu zaman zaman, Angara derdi. Ben de “ne kadar zengin ama Ankara demesini bilmiyor!” diye düşünürdüm kendi kendime. Meğer öze dönüş o zamanlardan başlamış, Angaralı Turgut, Faruk, Adnan ve başka seymenvari oyun havası söyleyenlerle de nihayete ermiş! 

Uzun boylu, zayıf, gençten bir adam kaldırmış kolları şıkır şıkır oynuyordu, kendi çalıp kendi oynamıyordu ama, küçük bir müzik seti ve ses yükselticiden Angaralılardan birinin türküsü yükseliyor, bu gevrek ritme el, kol, bel, ayak uyduran inceden abdal bıyıklı, kahverengi pantolon, yelek, ayakkabılı, mavi gömlekli genç de benim başlıktaki sorumu, “canlı performans”ıyla yanıtlıyordu! 

Bedavaya oynamıyordu elbette, bahşiş kutusu da hemen müzik setinin yanındaydı. 20’li yaşlarda iki gençten biri cep telefonuna davranırken “abi videonuzu çekebilir miyiz?” dedi. Angara havalı oyuncu da ayaklarının ucuna bakarak oynamayı sürdürürken “tabii genç parasını verirsen neden olmasın?” deyiverdi! Üniversite öğrencisi sandığım gençse “abi paramız yok” dedi gülümseyerek, oyuncunun yanıtı gecikmedi, “öyle bi dünya yok genç!” Sonra da herhalde “galdıramıyon golları” demesinler diye, uzun kollarını nerdeyse turnaların kanatları gibi daha yükseğe kaldırarak ve kendi etrafında dönerek, bir yandan da türküyü söyleyerek oynamayı sürdürdü... 

Fazla vaktim yoktu, tanık olduğum kadarıyla hoşuma da gitmişti, bir yandan koştururken öte yandan da düşünüyordum: Oynuyor muyduk oynatıyor muyduk? Sürekli zam zulüm yapan, baskı uygulayan padişahın, “varın bakın halkım ne halde?” diye çarşıya pazara saldığı askerlerden “padişahım kimsenin ağzını bıçak açmıyor” yanıtını alınca “ala ala” diye sevinip baskıyı daha da çoğaltması, zammı zulmü artırması geliyor aklıma. Üç beş derken sonunda askerler telaş içinde gelip “padişahım bu defa çok şaşırdık, herkes kahkahalarla gülüp konuşuyor!” deyince, padişahın rengi atar, “işte şimdi boku yedik!” der. 

Angara havalı oyuncu da sokak müzisyenleri gibi bir gösteri sergiliyordu kuşkusuz, belki başka yerlerde de vardır benzerleri. Herkes çalıyor bari ben de farklı bir şey yapıp oynayayım demiştir olasılıkla. Yadırgadığımdan değil. Dedim ya yakında kadınlı erkekli oynayanlar da çıkabilir sokaklarda meydanlarda. Oynamak güzeldir. Hele sokaklarda müzik yapmak, dans etmek, oynamak da öpüşmek gibi doğaldır. Daha da çoğalsın, çoğalalım, orda burda, umulmadık yerlerde beklenmedik zamanlarda, deyimin ırkçılığını da “yapıbozumu”na uğratıp, “Kürt çalsın Çingene oynasın!” diyelim. 

Oturmaya mı geldik buraya diyelim bir de, cenazeye mi geldik hepimizin üstüne ölü toprağı serpilmiş gibi. Hadi sayın halkımız, efendimiz köylümüz, işçimiz sınıfımız, kentlimiz kasabalımız, kaldıralım kolları şöyle yukarıya, oynayalım oynayalım, oynaya oynaya taşları yerinden oynatalım! 

Bak Turgut Uyar’ın “Elli İki Hane” şiiri de işmar ediyor bize oradan: “Oy farfara farfara / ateş düştü şalvara / hadin ağalar dedim / hadin herkesler dedim / öldüm yalvara yalvara”. 

(“O şekilde kenardan” sözünü 1984’de şair, reklam yazarı, yaratıcı yönetmen, deneme yazarı, radyo programcısı sevgili arkadaşım Oğuzhan Akay’dan duymuştum, 40 yıldır unutmadım!)