Google Play Store
App Store
Ölümcül Makineler’de kent devletler
Ölümcül Makineler. (Fotoğraf: Netflix)

Sinemada kaçırmış olanlar veya bir daha izlemek isteyenler için “Ölümcül Makineler” (Mortal Engines) filmi Netflix’te yayınlanmaya başladı. Dört ciltlik “Yürüyen Kentler” isimli roman serisinin ilk kitabından uyarlandı. Kitap serisinin İngiliz yazarı ve illüstratörü “Ölümcül Makineler” için “modern çağın Jules Verne”i yakıştırması yapan oldukça çok. Serinin ilk kitabını okuyan birisi olarak bu tanıma pek katılamayacağım ama yazarın bu serinin içinde son derede orijinal bir gelecek tasviri yaptığını ve yeni bir politik bakış açısı ve taze bir hayal dünyası yarattığını teslim ederim. Yazar, savaşlarla sonunu getiren dünyanın karanlığıyla aydınlığını yan yana sunarken çevre meselesine, uluslararası politikaya girerek insan doğasını çıplak bir şekilde sergilemeyi başarıyor. Kitabın film haklarını bundan seneler önce Peter Jackson satın aldığından beri bu filmin çekileceğini biliyorduk açıkçası. Zaten filmin yönetmeni ilk uzun metrajını çeken ve Jackson’ın filmlerinde sanat departmanında çalışmış olan Christian Rivers. Ancak gel gör ki film, yönetmeni ile değil senaristi ve yapımcısı olan Peter Jackson ile birlikte biliniyor.

KENTSEL DARWİNİZM

Filmin hikâyesine kuşbakışı baktığımızda gelecekte ‘60 Dakika Savaşları’ olarak bilinen büyük savaş sonrası bugünkü dünyadan eser kalmadığını ve Londra gibi pek çok şehrin de devasa tank paletlerinin üzerinde motorların yardımıyla ilerleyen mobil şehirlere dönüşmüş olduğunu görüyoruz. Şehirlerin bu şekilde uzun yıllarca mutlu yaşadıklarını anlıyoruz ancak film bu dönemin yani altın çağın bitişinin sonrasında, insanların barbarlara dönüşmüş olduğu haliyle başlıyor. Gezegeni kırıp geçirmiş dehşet verici bir savaş atlatmış dünyanın gelecek tasvirinde, mobil platformlarda yaşayan kent devletlerin ortaya çıkışı, küçük olanların büyük olanlar tarafından ele geçirilmesi, yani kentsel Darwinizmin hâkim olduğu tasvir ilgi çekici bir fikir sunuyor. Bu ilk filmde gördüğümüz en büyük mobilkent olan Londra, küçük kentleri kaynak bulmak amacıyla avlayarak yoluna devam eden baskıcı ve güçlü bir kent devleti görünümünde. Altın çağdan yüzlerce yıl sonra Londra MEDUSA isimli eski yönlendirilmiş-enerjili silah üretmeye çalışıyor. Amaçları ise mobilkent karşıtı (anti-tractionist city) Batmunkh Gompa’daki kalkan görevi gören duvarı yıkmak.

ÇOCUKSU DİSTOPYA

“Ölümcül Makineler” filmi genel olarak güzel bir fikre ve konsepte sahip. Filmin steampunk etkisinin sindiği sinematografisi ve özellikle savaş sahnelerinin prodüksiyonu oldukça başarılı. Ancak daha ziyade çocuksu bir havası olan bu film için safkan steampunk distopik bilimkurgu demek gene de doğru olmaz. İlk film olduğundan dolayı olsa gerek film daha ziyade ana karakteri anlatan hikâyelerle ilgilenmiş. İyi ve kötü olanın motivasyonları zayıf ve dolayısıyla arka plan yani karakterlerin başına evvelce gelmiş olayların hikâyeleri de aynı şekilde. Çok fazla karakter olduğundan olsa gerek yan karakterler fazla düz ve hikâyedeki gereksiz tampon hikâyeler filmi boşuna uzatmış ve yorucu hale getirmiş. Demin dediğim gibi ilk film itibarıyla yoğun karakter temelli bir film olmuş. Tarihçiler Loncası'nda çırak olan Tom ve Londra’nın başındaki kişiyi öldürmeye yeltenen Hester’ın birleşerek yaşadıkları serüvene odaklanılmış. Onları takip ederken mahvolmuş dünyayı, acımasız düzeni ve diğer değişik mobil kentleri keşfederek pek çok karakterle tanışıyoruz. Aralarından benim en çok ilgimi çeken karakter Stephen Lang’ın canlandırdığı Shrike karakteri oldu. Bu filmde gördüğümüz haliyle gözlerinden yeşil parlak ışık çıkan tamamen metalden yapılmış ve üstü derimsi bir tabakayla kaplı iskeletimsi görüntüsüyle benim gördüğüm en orijinal cyborg tasvirlerinden. Kendisi filmde iz süren avcı olarak karşımıza çıkıyor. Son derece ürkütücü olan sesi, görüntüsü ve merak uyandıran hikâyesiyle ki muhtemelen gelecek filmlerde bu karakterin geçmişine döneceğizdir çünkü kendisi böyle bir canavara dönüşmeden önce Kit Solent isminde Londra’da yaşayan bir arkeolog. Yeni “Yüzüklerin Efendisi” olarak 2018’de yola çıkan “Ölümcül Makineler”in bunu elbette ki başaramadığını biliyoruz ancak filmin seyri gayet keyifli.