Önemsiz Günler ve Haftalar-33: Meşhur Kimseler Haftası
Herkesin kahramanının hepimizin kahramanı olduğu haller nadirattandır. Eh olunca da pek olmaz zaten, yani öyle çoğunluğun ve sürgit kahramanı olmuş pek az isim vardır sanırım. O nedenle herkesin kahramanı bazılarının da kahramanı olsa elverir, fazlası yaramaz!
Herkesin 15 saniyeliğine meşhur olduğu zamanlar yenileniyor! TV, internet, vb... Her yer, her şey meşhur üretme fabrikası. Bu kadar çok meşhur varsa kimse meşhur değildir. Bazen de meşhur olmamak gerekir. Hatta meşhur olduğun halde değilmiş gibi yaparsan o zaman ‘unutulmaz’ olursun işte. Yazarlardan var bir-iki örnek, onları da herkes biliyor zaten, kayıp değil saklanan romancılar... Artık efsane oldular!
Meşhur kimseler haftası önerim, aslına bakılırsa meşhur kimsesizler haftası. Evden başlayarak sokakta, mahallede, okulda, işte, yolda, şurda burda ezcümle bizden başka kimse için meşhur olmayan, bazıları da nerdeyse bizden başka kimsesiz olanlar, onlar işte. İster kahraman diyelim, ister hayranlık duyalım, ister bir köşede yalnızlık içinde yaşamalarına razı olmayalım, ister yaptıkları, bazen de yapmadıkları şeyler için onları kutlayalım. Yeter ki küçük hayatlarımıza/hayatlarına iyilik getiren bu insanları kimsesizliğe uğratmayalım, unutulmaya bırakmayalım!
Bazıları ailedendir, bazıları mahalleden, bazıları yenidendir bazıları eskiden, fakat hep olmuştur.
Herkesin kahramanının hepimizin kahramanı olduğu haller nadirattandır. Eh olunca da pek olmaz zaten, yani öyle çoğunluğun ve sürgit kahramanı olmuş pek az isim vardır sanırım. O nedenle herkesin kahramanı bazılarının da kahramanı olsa elverir, fazlası yaramaz!
Öyleyse benim meşhur kimselerim olarak önce bir kitabevini ve onun iki sevgili kurucusunu anayım. Yerdeniz Kitapçısı, İzmir’de, Nuray Önoğlu ile Ergun Tavlan. Eski dükkanda muhabbet kuşu var mıydı, hatırlamıyorum, Nuray ile Ergun iki muhabbet kuşu olarak her daim ordaydı çünkü. Salgından önce Alsancak’taydı kitapçı, İzmir’e işim ve gönlüm düştüğünde, yolumu oradan geçirir, bir kahve ya da çaylarını içer, ‘Çok Satması Gereken Kitaplar’a göz atar, birkaç kitap alır, buluşma ya da karşılaşmanın bahtiyarlık olduğu anlardan, çok şükür birini daha yaşamış olmanın sevinciyle İzmir’i bir kez daha severdim!
İyi insanlar iyi işler yaparlar, hem Yerdeniz Kitapçısı hem de Nuray’ın çevirileri Ergun’un şiirleri bu iyilikten nasibini almış. Salgında kapattılar, daha da önemlisi ‘online’ satış da yapmadılar, taşıyanların, ulaştıranların yükünü, işini ağırlaştırmamak için. Şimdi Konak’a taşınmışlar, salgın sürüyor ama yaşam da sürüyor, şiir, öykü, başka şeyler yazılıyor, kitaplar basılıyor, hiç kuşkusuz öncelikle bir iyilik hali olarak. Yerdeniz Kitapçısı şimdi de ‘askıda kitap’ uygulaması başlatmış ki onlardan da bu beklenirdi zaten! Ben de onlara hem kendi kitaplarımdan hem de kitaplığımdaki kitaplardan yollayacağım. Onların iyilik hareketi karşısında pek bir şey sayılmaz ama olsun, kızım yıllar sonra “Baba salgında ne yaptın?” diye sorarsa, ona, “Türkiye’nin gurur duyacağı biz değiliz, ama İzmir benimle gurur duysun diye Yerdeniz’e askıda kitap bıraktım” derim hiç olmazsa!
Nurgül ve Hasan’ı unutur muyum? Nurgül İstanbul’da öğrenciydi, Hasan Adana’da yaşıyordu. Sonra Hasan Bozaslan bana bir facebook sayfası yapmış, söylediler, baktım, tanıştık. Uzun süre yönetti o sayfayı, orada Nurgül’le tanışıp yakınlaşmışlar. Nurgül üniversiteyi bitirdi, evlendiler, şimdi Adana’da yaşıyorlar. Hasan’ın etkileyici bir sadeliği vardır, dervişane bir hali. İki yalın yüreğin buluşması gibi gelir Nurgül’le Hasan bana. Derinden akan bir nehrin sevdası. Bağlılık. Anılara, dostlara, kitaplara, hiç kuşkusuz iyiliğe. Hasan dünyaya gülümsemek için gelmiş gibidir, Nurgül’se yüzünde güller açmak için. Gülümseyişin gül açması, az iyilik midir bu dünyaya ve biz ne kılıklı olduğu meçhullere? Gülüşleri dünyanın üstüne olsun hep. İyilik iyiliği çağırır, gülüş gülüşü açar, gül gülden yayılır. “Gül kokuyorsun amansız kokuyorsun” dediği Edip Cansever’in, gül açar, gülüş açar bir de.
Oğuz Atay, tutunamayanlardan ziyade tutunanların kült kitabı olan Tutunamayanlar’ın (1971) bir bölümünde ‘Türk Tutunamayanları Ansiklopedisi’nden maddeler yazar. Bunlardan biri de Yakup Kadri’nin Yaban romanının başkişisi Ahmet Celal’le aynı adı taşıyan karakterdir. Nazım Hikmet, şiirimizin destansı başyapıtı Memleketimden İnsan Manzaraları’na 1939’da tevkifhanede başladığında, adı ‘Meşhur Adamlar Ansiklopedisi’dir. Kitabın içinde bir bölüm olarak yer alacaktır sonra. Bunlar çoğunlukla yoksulluğuyla meşhur ezilenler, emekçiler, işçiler, köylülerdir. Çerkesli Hamdi, Ahmet Onbaşı, bir anlamda hepsi ‘Memetçik Memet’ olan ‘Büyük İnsanlık’ sınıfından kimselerdir. Ve şairin dediği gibi “Destanımızda yalnız onların maceraları vardır.”
Bizim destanımızda da iyilikleri, sakinlikleri, gülüşleriyle meşhur kimseler vardır ki, onlar ne yazık ki bu azılı dünyanın en azlarıdır. Ve elbette onların azı çoğa sayılır. Azlardan çok biri de Necati Abacı’dır. Dünyayı kalp olarak çizer ve insanı incelik olarak. Dünya kalpsizmiş, insan kalınmış ne gam, Necati başka türlüsünü çizemezdi, kalbinden gelmeyen elinden de gelmezdi çünkü. Kibarlığından, incitmeme isteğinden belki de, dünyaya yük olmamak, ağırlık yapmamak için erkenden çekti gitti. Ardından toplanıp gözyaşlarımızı buluşturduğumuz bir kitapta “Ne Janti Abimizdin Sen!” dedik ama giden gitmişti! Masmavi bir yaz deniziydi Necati, yüzünden, gözlerinden, sesinden, sessizliğinden yayılan o cömert ışık da masmaviydi. İyilik böyle mavi olmamıştır hiç!
Tarsus’u biliyorsanız, Antik Sahaf İsmail’i de biliyorsunuz demektir. Tarsus çarşısını gün gibi aydınlatan adam. Tabii kafasının dışıyla da aydınlatıyor ki böyle kel dostlar başına ama asıl kafasının içiyle, kalbiyle, yaptığı işle, buluşturduğu kitaplarla ışıtıyor, şan veriyor Tarsus’a. Salgından önce Tarsus’a çağırır, ağırlar, Antik Sahaf’ta söyleşilerde buluştururdu yazarlarla okurları. Şimdi yaratıcı ama kendisi için hayli zahmetli bir yolla, ‘online’ imza günleriyle buluşturuyor ki bakalım salgın süresince daha ne yaratıcı çözümlerle karşılaşacağız? Diyeceğim, kitaba ara vermeyelim, para verelim! Kitapçılar, sahaflar, yayınevleri, editörler, yazarlar, şairler, düzeltmenler yaşasın!
Bu yazı onsuz bitmez, Nermin Abla! “Senin kahramanın kim?” diye sorduklarında yıllar önce, hiç duraksamadan onun adını vermiştim, sonra da uzun bir yazı yazdım, “Kedilerin Florence Nightingale’i” diye. Cihangir’de, 70’lerin yeşil gözlü güzel şarkıcısı, ‘Hayat mı Bu?’ şarkısıyla altın plak alan, plak şirketlerini, gazinoları peşinden koşturan, sonra her şeyi, şöhreti bırakıp kendini kedilere adayan, kedici kadın olarak meşhur olan Nermin Abla! İzleyemedim ama umarım Ceyda Torun’un ‘Kedi’ belgeselinde yer verilmiştir. 7/24 dedikleri gibi, yazın kışın, geceleyin gündüzün Nermin Abla, elinde su bidonları, mamalar, ciğerler Cihangir’i dört dolanır, kedileri besler. Yavru, yaralı, sakat, hasta kedileri veterinerlere götürür, parkın kıyısında onlara yuvalar yapar, isim koyar, isimleriyle seslenir, konuşur. Kedilere kötü davranan, sokağa atan, kartondan yuvalarını yıkanlara ise küfrün alasını basar, ki al benden de o kadar, ağzına sağlık, ömrüne bereket Nermin ablacığım. Seninle karşılaşmıyoruz, çünkü Cihangir’den taşındık, geleceğim seni görmeye canım ablam!
DURUŞMA
Şu köşede temiz yüzlü şüpheli
türlü kötülükler yaptı
ki şiirde yazılmaz yaptıkları
ifadesini alırken bir polis
okkalı bir tokat attı
ki şiire girmez böyle şeyler
sonra itiraz eder gibi yaptı avukat
usul usul ağladı bezgin katip.
yan yana gelmesi yasak
bütün renkler toplandı
şiire benzedi kavuşmalar
tutuklandı gökkuşağı
serbest kaldı şüpheli
savcı bey biraz geç kaldı bugün
ki şiirde ne işi var savcının!
İstanbul’a bir yağmur yağdı bugün
şiir gibi
şiirden ırak.
Murat Turan