Orta sınıf çözülüyor efsanesi
Fotoğraf: Freekpik

ABD’li gazeteci John Reed’in 1917 Sovyet Devrimi’ni gün gün anlatan “Dünyayı Sarsan 10 Gün” kitabında Bolşevik asker tartışmaya girdiği birine tekrarlayıp duruyor;
“2 sınıf var… Proleterya ve burjuvalar… Birinden değilsen, ötekindensindir.”

Avrupa’da ve ABD’de kabaca 19’uncu yüzyılın başından bu yana, daha sonraki yıllarda diğer kıtalarda vücut bulan yeni toplumsal düzenimiz bu Bolşevik askeri haklı çıkarıyor.

Toplumların büyük kısmı, bir başkasının nam ve hesabına çalışmak zorunda bırakılıyor ve can havliyle üretimi omuzluyor. Küçük bir kısmı bu üretimden nemalanıyor. Kimi sermayesiyle üretimi organize ediyor. Kimi bu organizasyonu finanse ediyor. Ücretliler bir tarafta, kar, rant ve faiz gelirleri diğer tarafta. 

Ücret, sadece emeğe ihtiyaç duyan tek gelir türü. Fakat nasıl emek? Kontrol altında, alınıp satılabilir hale gelmiş, başkasının nam ve hesabına çalışan emeği anlıyoruz. Yoksa emek hayatının her yerinde var. Kahvenizi içerken de emek harcıyorsunuz. İşte emeğini başkasına satıp, karşılığında ücret geliri elde eden insanların ülkemizdeki karşılığı yüzde 70’tir.

Fakat geri kalan yüzde 30 için “hayatlarını devam ettirmek için emeğe hiç gerek duymuyorlar” demek doğru değil. Bu yüzde 30’un önemli kısmını perakende ya da toptancı esnafı oluşturur ki, bu kesim de hayatını büyük ölçüde emeğiyle kazanır. Gelirleri de bir ücretliden çok daha fazla değildir. Esnaf da emekçidir fakat birkaç farkla; sadece emeğiyle değil, sermayesinin de desteğine ihtiyaç duyar ve emeğini kendi nam ve hesabına işletir. 
Ücretlilerin dışındaki yüzde 30’umuzun önemli kısmı esnaf. Ama sadece esnaf değil. Sermaye hacmini biraz daha artırdığımızda ekonomi gazetecisi Meliha Okur’un “esnaf irisi” dediği, KOBİ sahipleri var. 150-200 çalışana kadar büyüyen “üretim üslerinin yüzbaşıları”. Görünen o ki, üretim üslerinin bu yüzbaşıları mevcut düzenin devamından yana, Erdoğan’ın yönetme tarzından memnunlar ve bu düzenden de yer yer nemalanıyorlar. Prof. Erinç Yeldan’ın, 2022 büyüme verileri açıklandıktan sonra paylaştığı veriler oldukça çarpıcı. Şöyle diyor Erinç Hoca;

“Yeni sistemle birlikte 2019’un ikinci çeyreğinden sonra reel milli gelir çeyrek dönemler bazında yüzde 60 arttı. Sermaye gelirlerindeki artış yüzde 80’e ulaşırken, işgücü gelirleri reel olarak sadece yüzde 23 arttı. Bunun sonucunda 2019’un ikinci çeyreğinden bu yana emeğin payındaki gerileme yüzde 7,1 iken sermayenin payındaki artış yüzde 7,7 oldu”
İnşaat, tekstil, plastik gibi emek yoğun sektörlerde yaygın olarak görülen KOBİ’ciler 2019’dan bu yana ortaya çıkan yüzde 80’lik reel büyümeden paylarını aldılar. Kendi sosyal çevrelerinde gösterişli hayatlar yaşayan, hatta belki de sonradan görme denilebilecek, abartılı tüketim alışkanlıkları edinen bir bir kesim peyda oldu. Bu kesim son yıllarda edindiği mülkleri yeni bir ürün üreterek ya da geliştirerek edinmedi. Bu kesimlerin varlıkları düşük teknoloji, yoğun emek gerektiren, gelişmiş kapitalist ülkelerin üretmekle uğraşmadığı, bu nedenle orta boy kapitalist ülkelerin üretmesine talip olduğu sektörlerin beslenmesine bağlı. Yüksek borçlulukla pamuk ipliğinde bir finansal yapı, büyümesi ihracat teşviklerine ve dövizin durumuna bağlı. Düşük faizli kamu bankası kredileri onlara tahsis edilir. Onlar da “Parti”ye katkılarını sunarlar. Bu çevrelerin rekabet edebilmesinin yolu sürekli dolar bazında ucuz emek, ucuz hammadde ve bolca teşvikten geçer. Bu çevrenin gelirinin adı ‘kâr’ diyelim. 

Bunlar üretim üslerinin yüzbaşıları. Bir de “alay komutanları” var. Bankalar, sanayi devleri, maden şirketlerini onlar organize ediyorlar. Bu aşamada isterlerse hayatlarına devam edebilmek için hiçbir biçimde emeğe ihtiyaç duymazlar. Şu dakika koşturmaktan vazgeçseler yedi sülalelerine yetecek parayı 40 kuşak torunlarına bırakacak kadar paraları var. Bu boyda geliri de büyük oranda rant, faiz ya da kâr payı olarak elde ediyorlar. Peki bunların kardan ne farkı var? Kâr elde etmek için öyle ya da böyle emeğe ihtiyacınız var. Burada organizasyonu finanse eden hale geliyorsunuz. 

O halde emeği orta yere koyarak iki sınıfın varlığını savunabiliriz. Bir tarafta ücretliler yani çalışanlar, diğer tarafta sermayedarlar ya da çalıştıranlar. Sermayedarlar küçükten büyüğe esnaf, esnaf irileri ve iri kıyım tüccarlar diye parçalara ayrılıyor. 

Peki orta sınıf nerede? 

Hepimizin diline pelesenk oldu; “Orta sınıf çözülüyor”. Kimdir bu orta sınıf? Altı nedir, üstü nedir? Neye göre ortadır? Ücretli midir? Esnaf mıdır? 

Yanlış anlaşılmasın, Türkçe’ye son dönemde yanlışlıkla girmiş bir terim değil orta sınıf. Çünkü sadece bizim değil, batıda da kullanılan bir ifade. “21’inci Yüzyılda Kapital”in yazarı Thomas Pikkety, en yoksul yüzde 50’ye alt, en zengin yüzde 10’a üst, arada kalan yüzde 40’a da orta sınıf denebilir demiş ama bu tanımın bilimsel olmayan sadece anlatımı kolaylaştırıcı bir isimlendirme olduğunu vurgulamış. 

“Orta diye sınıf değil, gelir grubu olur” demek daha doğru. Arda Güler mesela… Üst sınıftan mıdır? Böyle mi demeliyiz Arda’ya? Bu durum içinize pek sinmiyorsa, aynı nedenlerle orta ya da alt sınıf ifadesi de bu derece uygunsuz. 

İri kıyım tüccarlardan, esnaf irilerine oradan esnaflara, oradan da ücretlilere giderken sınıflandırmayı gelire göre yapmadık. Arda Güler son derece istisnai, sonucu etkilemeyecek ölçüde özel bir ücretli. Oyun devi Zynga’ya 1,8 milyar dolara satılan PEAK de aynı şekilde istisnai esnaf irisi. İstisnalarla kafamız karışmasın, irisiyle ufağıyla, BDDK verilerine göre bankalarla ticari ilişkisi olan 6 milyon işletme var. Bunun 5,2 milyonu mikro ölçekli esnaf işletmeleri, 600 bini küçük ölçekli, 200 bini orta ölçekli esnaf irileri. Bunların dışında iri kıyım tüccarlar birkaç bini geçmez. Bunlar da kendi içinde kategorize edilebilir. İrilerin en irileri bankalara sahiptir. 

Tüm bu hiyerarşi içinde emeğiyle geçinen, geçinirken, asgari ücret değil de 3-4 asgari ücret kazanan, işçilik dışındaki meslek sahipleri kendisini “orta sınıf” olarak adlandırıyorlar. Doktorlar, mühendisler, öğretmenler, avukatlar… 

Fakat “orta sınıf” aynı zamanda kentli bir duyguyu da barındırıyor. Bu duygu nedeniyle özellikle bir üst kuşağı, anası, babası kentte doğan, kentle veya modernleşmeyle kriz yaşamayan ailelerin meslek sahibi çocukları kendisini orta sınıf olarak tanımlıyor. Tüm bu hiyerarşinin ortasında olduğunu zanneden bu kesimler, aslında sermayedar cephesinden bakıldığında oldukça ufaklar.  Ancak kendileri ufak olduklarını farkında değiller. Ücretlerle yine ücretleri kıyaslıyorlar. Maaş hesabındalar…  

Kentli, tüketici, meslek sahibi, vasatın üzerinde eğitimli ve ücretli bu kesimler kendilerini orta sınıf olarak tanımlıyorlar. Bu kesimlerde mülk sahibi olma olanağı neredeyse bitmiş durumda. Yaşam konforları giderek azalıyor, endişeleri haksız değil ve giderek artıyor. Mesai baskısıyla çalışıyorlar, iş yeri denetim mekanizmaları giderek artıyor. Fakat toplumsal düzeni sermaye cephesinden okuyorlar. Kendilerini de bu hiyerarşinin ortasına koyuyorlar.

Halbuki ortasında da değiller. 

Önümüzdeki dönemde iktidarın acı reçetesinin sonuçlarına bu kesimler de katlanacak. Çünkü emekleriyle geçiniyor ve sabit bir gelir elde ediyorlar. Enflasyon ve işsizliğin eş anlı saldırısı karşısında ya kendilerini “ortada” zannetmeye devam edecekler ya da kendileriyle birlikte yüzde 70’lik bir çoğunluğun çıkarlarını savunacaklar.