Şöhreti sekiz yıl kadar önce yakalamıştı Pakize. Medyatik olmuş, gazetelere televizyonlara çıkmıştı

Şöhreti sekiz yıl kadar önce yakalamıştı Pakize. Medyatik olmuş, gazetelere televizyonlara çıkmıştı. İki ay arayla kimseye görünmeden evinden kaçıp sırra kadem basınca, bakanlar bile seferber olmuştu bulmak için.

İnce uzun boyluydu. Ankaralıydı. Bakanlar öldürülmüş olabileceğini söylerken, Belediye Başkanı Gökçek ihtimal vermemiş, kaçırılıp eğlence sektörüne sermaye edilmiş olabileceğini belirtmişti.

Bulundu, yuvasına döndü. Uzağa da gitmemişti!

Dün gördüm Pakize’yi. Tarihi bir binanın zemin katında tavana asılmıştı. Öylesine, boylu boyunca, upuzun...

Kaçışı haber oldu Pakize’nin de, ölümünü kimse duymadı. Birkaç yıl önce ölmüş, cesedini Veteriner Fakültesi’ne vermişler. Orada uygun işlemlerden geçirildikten sonra geçen yıl açılan Ankara Veteriner Anatomi Müzesi’nde sergilenmeye başlanmış; Pakize adıyla anılan ve 2006’da Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi’nden kaybolunca termal kameralar getirilip gazete ve televizyonların yoğun ilgisi altında aranan dev piton.

Müze Yrd. Doç. Dr. Okan Ekim ve arkadaşlarının çabalarının ürünü. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki heyecan, ileri görüşlülük ve Alman bilim insanlarının emeğiyle 1930’larda kurulan A.Ü. Veteriner Fakültesi’ne yolunuzu düşürüp görün bence. Elinden tutup çocuğunuzu götürün. Hem bambaşka bir pencereden Cumhuriyet tarihine, hem idealist bilim insanlarının yaptıklarına tanıklık edin, hem de biraz daha yakından tanıyın hayvanları...

1945’lerde Nehru’nun İ. İnönü’ye hediye ettiği filin, aynı yıllarda Harry Truman’ın hediye ettiği hindinin iskeletini görün.

O hindi ki, en az Pakize kadar meşhur olmuş döneminde. “Meşhur hindi dün nihayet Ankara’ya vardı”, “Amerikalı hindi Tavukçuluk Enstitüsü’nde damızlık oldu” başlıklı haberler yapılmış 1. sayfalardan.

2010’da Büyük Ankara Sirki’ndeki yangında dumandan zehirlenip ölen 10 boz ayı... Onlar da müzede şimdi; eğlencelik bir seyrin değil, bilimsel bir merakın objesi olarak yerlerini almışlar.

Müzedeki hayvanların hiçbiri sağlıklı ve canlıyken müzelik olsun diye öldürülmemişler. Her biri, bir şekilde öldükten sonra müzeye gelmişler!

İnsanları hayvanlardan ayıran en büyük özellik ön yargıları bence: Yılan soğuktur, sıçan pistir, kedi nankördür... Hiçbir hayvanın insana dair böyle önyargıları yoktur!

İlk kez karşılaşılan, bilinmeyen bir şeyden korkmak doğal; ama insanoğlunun hayvandan bir farkı da kolay öğrenmesi. Yılanları misal, tehlikeli sanıp da öldürmenin, insan eylemini hurafeye dayalı biteviye bir “sanma” hali üzerine kurmanın manası yok.

Bizim evin oralarda, yerini yurdunu işgal edip hayat alanlarını yok ettiğimiz yılanlarla karşılaşıyoruz, gittikçe azalan sıklıkta.  Yılanlar diyorum, ama aslında bir tek yılan türü, Natrix natrix, namı diğer yarı sucul yılan.

Ağzı var dişi yok bir garip hayvancık. İnsanı asla ısırmaz. Tehlike anında sırtüstü yatıp ağzını açarak ölü taklidi yapar, baktı olmadı kötü bir koku salar kendini korumak için.

İlk karşılaşmada yanaşmadan fotoğrafını çekip ailemizin biyoloğu büyük oğluma gönderdim, ondan gelen notlardan hayvanı tanıyıp huyunu suyunu öğrendim. Korku, yerini bu hayvancıkların koruyuculuğuna bıraktı. Geçen birini tutup mahallede tek tek herkese gösterdim; aman bir zarar vermeyin, bundan kimseye zarar gelmez diye.

İşçilerden biri, dini bilgisi benden derin, yılanı öldürmek gerektiği üzere hadislerden söz etti. Peygamber efendimiz yılanı öldürülmesi gereken beş haşereden biri olarak zikredermiş! Resulullah Mina’da otururken yanlarından geçen bir yılanın öldürülmesini buyurmuş!

Yılanları öldürmeyip yaşatmak günahsa, son bir yılda sicilim epey kabardı.

Pakize... Ölmüş işte! İyi ki öldü de, o iki kez kaçtığı evi AOÇ’nin yerle bir edildiğini görmedi. İyi ki öldü de, birlikte yaşadıkları hayvanat bahçesinden sağa sola dağıtılan hayvanatın yolda belde telef olduklarını görüp duymadı!