Pandemide buruk Adana Altın Koza’sı
Adana’da Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın Altın Koza Ödülleri sahiplerini bulacak. 45 filmin içinden seçilen 10 film seyircilerle buluştu. İzlemiş olduğum yarışma filmleriyle ilgili kısa değerlendirmeler yaptım.
Buruk bir hava hâkimdi bu sene festivale. Kadir Beycioğlu’nun seneler içinde kalplerine dokunmuş olduğu herkesin bir yanı hüzünlüydü. 1992 yılında genç bir gönüllü olarak girdiği Altın Koza Film Festivali’nin içinde büyümüştü, festivalin direktörü olmuştu. Festivalle beraber büyümüşlerdi. Ölümü, Twitter hesabından “Dostunuz, abiniz, kardeşiniz, öğretmeniniz Kadir Beycioğlu, oğlunun yanına gitti. Acımız çok büyük” sözleriyle duyurulduğunda içimiz yanmıştı. İşte bu sene tüm filmleri burada onun için izledik ve onu her sene saygı ve özlemle anmaya devam edeceğiz. Bu hüznü ve post-pandemi dönemi göz önünde bulundurulunca davetliler ve seyirciler bu sene diğer yıllara kıyasla oldukça azdı. Bu da sinema tartışmalarının azalmasını da beraberinde getirdi. Anlayacağınız festival ruhu denilen şey, bu seneki festivallerde pek yakalayacağımız bir ruh olmayacak. Ama süreklilik önemli. O yüzden emeği geçen herkese teşekkürler edelim. Bu akşam 28. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın Altın Koza Ödülleri sahiplerini bulacak. Bu bölüme katılan 45 filmin içinden seçilen 10 film 13 Eylül-17 Eylül arasında film ekiplerinin katılımlarıyla seyirciyle buluştu. İzlemiş olduğum yarışma filmleriyle ilgili, gösterim sıralarına göre kısa değerlendirmeler yapacak olursam da durum şöyle:
ZİN VE ALİ’NİN HİKÂYESİ
Adana Film Festivali’nde izlediğim ulusal yarışma filmlerinden ilki Mehmet Ali Konar’ın ikinci uzun metraj filmi Zin ve Ali’nin Hikâyesi (Govenda Ali Û Dayka Zin) idi. Film, anne Dayka Zîn’in jandarma tarafından öldürülen genç oğlu Ali için köyünde düğün halayı kurmak istemesi ile çerçevelenmiş. Hikâyenin büyük gücü olan anne figürü, bu tuhaf ama anlamlı isteği ile merkez karakter olsa da bana kalırsa esas karakter büyük oğul İsa idi. Filmin bağımsız olması, yönetmenin hiçbir gruba angaje olmadığına dair verdiği güven, filmi izlerken beni mutlu etti. Konar’ın en az üç Kürtçe lehçesi ile bu filmi çekmiş olması normal olmanın ötesinde o kadar doğal hissettiriyordu ki, bunu bir özellik gibi daha fazla yazıya taşımayacağım. Tek ekleyeceğim Kürtçe, tüm lehçeleriyle kulağa çok güzel gelen bir dil. Konar’ın kapalı anlatım yöntemiyle şiddeti göstermeden şiddeti anlatmayı tercih etmiş olması bir yönetmen dili olarak okunabilir elbette ancak bu tür anlatım, toplumun büyük kesiminin önyargı, bilgisizlik ve inkâr ile kalıplaşmış tepkilerinden yönetmenin ürkmüş olabileceğini de hissettirmiyor değil. Koşullar farklı olsaydı ve yönetmen göstermek istediklerini keşke gösterebilseydi dedim içimden. Bu önemli şerhi koyduktan sonra şunu da söylemek istiyorum. Şiddetin bu gölge anlatımı, zorunluluktan kaynaklanmış olsa da belki de filmin çok doğru bir yere evrilmesini sağlamış. Bu sayede her türden izleyicinin, hiçbir şekilde irrite edilmeden kendilerini ılımlı, sağduyulu ve akılcı bir sorgulama içinde bulacaklarına inanıyorum. Tam bağımsız, lobilerden arınmış bir güçle çekilmiş böyle filmlere sinemamızın ihtiyacı var. Elbette filmin bağımsız ve düşük bütçeli olmasından kaynaklanan eksiklikleri de var. Ama sahici gözlerle bakan, samimi derdini hissettiren, yargılamayan, sopa sallamayan ve sinema dili kurmaya çalışan bağımsız bir yönetmenin müjdesini verebiliriz.
CEMİL ŞOV VE SEN BEN LENİN
Cemil Şov, Barış Sarıhan’ın ilk filmi. Estetiği ve stili güçlü, oyunculukları yer yer abartılı olsa da iyi denilebilecek bir ilk film. Yeşilçam kötü karakter oyuncusu Turgay Göral’ı idol edinmiş ve çocukluğundan beri oyuncu olmak isteyen AVM’de güvenlik elemanı Cemil’in kendinden çıkarak Turgay Göral’a dönüşmesinin tuhaflaştırılmış hikâyesini izliyoruz filmde. Filmin ve karakterlerin sürekli tekrara düşmesini saymazsak son yirmi dakikası ile keyifli bir seyir sunmaktaydı. Sen Ben Lenin ise tam festivallere yakışacak bir filmdi. Oyuncu kadrosunda ünlü oyuncular, yönetmenler barındıran film sağlam kadrosu ve kaliteli prodüksiyonu ile hemen göze çarpıyor. Barış Bıçakçı ve Tufan Taştan’ın senaryosunu kaleme aldığı Sen Ben Lenin, bir kasaba meydanından çalınan/kaybolan Lenin heykelinin bulunması için görevlendirilen iki dedektifin sorgulama seansları ile ilerliyor. Bir nebze alternatif bir gerçeklik sunan hikâyenin gidişatının biraz fazla anlaşılır olması ve de yer yer performansların skeç tadına kaçması filmin kusurları. Ancak gene de bu film Adana festival seyircisinin gözdesi olacaktır. Hatta belki bu geceki ödülün sahibi bile olabilir.
BİR NEFES DAHA
Nisan Dağ, tek başına yönetmenlik koltuğuna geçtiği bu filmde hikâyesinde, alt kültüre kahramanlara odaklanarak hip-hop müziğine sırtını dayamış. Görüntü yönetimi, kurgu, müzikler, yönetmenin anlatım dili ile bütünleşmiş ve kaliteli bir yapım ortaya çıkmış. Ancak bonzai ile tükenen bir mahalle gençliği tasvirinde filmin politik söyleminin olmasını beklerdim. Filmin bazı diğer bocalamaları, yönetmenin bu dünyayı belki de sadece uzaktan gözlemlemiş olmasıyla açıklanabilir. Herkes her konuda film elbette çekebilir ancak sanki bazı dünyalar biraz olsun şahitlik gerektirmekte ki en azından karakterlerin gerçekliğini daha yukarıya taşıyabilsin. Ana karakter Fehmi dışındaki karakterlerin hikâye boşlukları ise göze batıyordu. Abisi, polis, baba ve Fehmi’nin kız arkadaşı Devin biraz boşlukta kalmıştı. Bazı cevaplar ise hiç yoktu. Mesela Fehmi’nin Devin’e ailesi ilgili önemli bir soru sorduğunda Devin cevaplamayabilir ancak bu soru seyircinin de sorusudur ve yönetmen Fehmi’ye bu cevabı verdirmese de seyirciye kapalı veya açık bir şekilde filmin bir yerinde mutlaka vermelidir.