Medeniyetlerin çöküşü ile ilgili son dönem filmlerinde, kurgu ile gerçek arasındaki mesafenin kapandığını tedirgin bir şekilde hissetmek bir yana, bu filmlerin gittikçe daha gizemli bir hava almaya başladığını ve hatta iç savaş temalarının da ardı ardına geldiğini gözlemleyebiliriz.

Parçalanan dünyadan hikâyeler
Dünyayı Ardında Bırak (Fotoğraflar: IMDb)

Medeniyetin çöküşü kavramı, karmaşık bir insan toplumunun tamamen çöküşünü ifade eder; buna sıklıkla nüfus, ekonomik, politik ve sosyal yapılarda önemli düşüşler eşlik eder. Tarih boyunca çeşitli medeniyetler farklı sebeplerden dolayı çöküşler yaşamıştır; Roma İmparatorluğu'nun çöküşü, Maya uygarlığı ve İndus Vadisi Uygarlığı’nın çöküşünü sayabiliriz bunlar arasında. Medeniyetin çöküşünü veya sonrasını tasvir eden filmlerin de genellikle distopik senaryoları, kıyamet sonrası dünyaları ve büyük bir felaket sonrasında insanlığın karşılaştığı zorlukları ele aldıklarını ve bu filmlerin, uygarlığın çöküşü temasına yaklaşımının, nükleer savaşların sonuçlarından çevre felaketlerine ve viral salgınlara kadar çeşitlilik gösterdiğini biliyoruz. Her birinin, toplumsal çöküş karşısında karşılaşılan zorluklara ve insanın dayanıklılığına dair benzersiz bakış açıları sunduğunu da. Hollywood’da medeniyetlerin çöküşü ile ilgili son dönem filmlerinde kurgu ile gerçek arasındaki mesafenin kapandığını tedirgin bir şekilde hissetmek bir yana, bu filmlerin gittikçe daha gizemli bir hava almaya başladığını ve hatta iç savaş temalarının da ardı ardına geldiğini gözlemleyebiliriz.

Propaganda veya kurgu deyiverip geçebiliriz tüm bu tartışma yaratmış ve yaratacak olan filmleri. Ama bir yandan da, 1983 yapımı “The Day After” filminden sonra nükleer silah anlaşmaları ile ilgili gelişmeler aklıma geliveriyor! Bu film, askeri takviyenin güçlü bir savunucusu olan ve Sovyetler Birliği'ne karşı sert bir duruş sergileyen Ronald Reagan'ın başkanlığı sırasında yayınlanmıştı. Elbette belirli politika değişikliklerini bir filme atfetmek zor olsa da, filmin kamuoyunu etkilemiş ve agresif nükleer tutumun potansiyel sonuçlarına ilişkin daha incelikli bir anlayışa katkıda bulunmuş olduğunu yadsımamalıyız. O yüzden bu hafta üzerine konuşmayı kesinlikle hak eden yapım Netflix’in “Dünyayı Ardında Bırak” (Leave The World Behind) filmi. Nisan’da vizyona girecek olan, fragmanı ile bile insanı tetikleyen ve büyük olasılıkla çok büyük ses getirecek olan Alex Garland’ın A24 yapımı “Civil War” filmine de az kaldığını hatırlatmak isterim.

SIRADAN OLANDAN SIRA DIŞI OLANA

“Dünyayı Ardında Bırak” filmini, herhangi bir bilimsel veya belirli bir teorik çerçeveyle ilişkili olmayan, aile, ırk, sınıf ve modern yaşamın belirsizlikleri temaları ile bir araştırma gibi düşünebiliriz. Film, aile dinamikleri ve gerilim unsurlarını harmanlayan sürükleyici bir drama. Sam Esmail tarafından yönetilen film, orta sınıf beyaz sıradan bir ailenin Long Island'daki lüks bir tatil evinde geçirdikleri tatil kaçamakları sırasında, ailenin inzivalarının beklenmedik ve açıklanamayan olaylar dizisiyle bozulmasını konu alıyor. Rumaan Alam'ın beğeni toplayan romanından uyarlanan film, güven, korku ve toplumsal yapıların kırılganlığı temalarını film boyunca araştırmak için yola çıkmış gibiydi adeta. Tatil yapan bir ailenin, kiraladıkları mülkün sahipleri olan Amerikalı üst sınıf siyah baba ve kızın ortaya çıkması ile eş zamanlı olarak dünyada ortaya çıkan gizemli potansiyel bir felaketle ilgili bir olayla da ilgili haberler gelmeye başlıyordu bir yandan. Film, insanların bilinmeyenle karşılaştıklarında nasıl tepki verdiklerini ve ilişkilerinin stres altında nasıl geliştiğini araştırırken, bir yandan da bir kriz döneminde çok farklı iki aileyi birbirine yakınlaştırarak ırk ve sınıf dinamiklerini, geçmişlerindeki ve deneyimlerindeki eşitsizlikleri anlatıya katmanlar halinde ekleyerek, belirsizlik zamanlarında toplumsal bölünmelerin nasıl büyüyebileceğini ustalıkla ortaya koyuyordu. Filmin güçlerinden biri, sıradan olandan sıra dışı olanı üreterek, her andan gerilim yaratma yeteneğinde yatıyordu. İlk bölümünde, izleyiciye ana karakterleri ve aralarındaki ilişkileri hızlı ve anlaşılır bir şekilde tanıtan hikâye ilerledikçe, gerilimin de giderek arttığını görüyoruz. Ailenin normallik duygusunu paramparça eden gizemli olayı merak ederek gözümüzü ekrandan ayıramıyoruz. Karakterlerin etkileşimlerindeki nüanslar ile atmosfere nüfuz eden ve dozunu giderek artıran huzursuzluğu iyiden iyiye özümsedikten sonra ise merak duygusu gerilimin dahi üzerine çıkmayı başarıyordu.

BİLİNMEZE VE GÖRÜNMEZ OLANA BAKMAK

Julia Roberts, Mahershala Ali ve Ethan Hawke ve de Kevin Bacon’ın ilgi çekici performansları ile öngörülemeyen bir krize sürüklenen aile ve bireyleri tasvir etmeleri hem incelikli hem de ikna ediciydi. Julia Roberts ve Mahershala Ali başta olmak üzere oyuncular arasındaki kimya ve ilişkilerinin dinamiği, izleyicinin onların içinde bulundukları kötü duruma duygusal olarak yatırım yapmasını kolaylaştırmıştı. Dramanın üzerine daha doğrusu altına ekstradan eklenmiş olan entrika katmanı da aslında bakarsanız oyuncuların başarısıyla paralel güçleniyordu. Ki ayrıca çocuklar da dâhil her bir karakterin karmaşıklığını ve temsillerini aktarma becerisi, filmin genel etkisine önemli ölçüde katkıda bulunuyordu. Filmin işte tüm bu unsurları dengeleme yeteneği, Sam Esmail'in becerikli yönetmenliğini ve hikâye anlatma becerisini sergiliyor. “Dünyayı Ardında Bırak” çarpıcı görsellerden ve atmosferik sinematografiden yararlanan bir film. Tatil yerinin yemyeşil manzaralarının, aile içinde artan gerilimle tezat oluşturması, filmin ortamını neredeyse başlı başına bir karakter haline getiriyordu. Işık ve çerçeveleme, karakterlerin, hikâyenin değişen ruh halini istediği yönde istediği tarzda şekillendirerek aktarmakta oldukça ustaydı. Bu tip kamera ve mercek kullanımı, hız ayarı, takip etme ve sembolik çerçeveleme, gerilim ustası Night Shyamalan’dan alışageldiğimiz bilinmeze ve görünmez olana bakarken yaratılan gerilim ile benzerlik gösteriyordu. Sinematografinin bu izolasyon ve belirsizlik hissi yaratma başarısını yönetmenin olduğu kadar elbette görüntü yönetmeni “Mr. Robot” ve “Stranger Things” dizilerinden bildiğimiz Tod Campell’ın da hikâyenin özünü mercekten yakalamayı başarmasına bağlamamız gerekiyor.

HAFİFE ALDIĞIMIZ DÜNYANIN KIRILGANLIĞI

Filmin temaları, sosyal ve toplumsal eleştirileri ise aslında filmin en çok tartışmak istediğim yönleri. Sürükleyici anlatımının ötesinde, “Dünyayı Ardında Bırak”, toplumsal yapılar, güven ve hafife aldığımız dünyanın kırılganlığı hakkında düşündürücü yorumlar sunuyor. Film, bireylerin ve ailelerin bilinmeyenle karşı karşıya kaldıklarında olaylarla nasıl başa çıktıklarına dair soruları gündeme getirmekle kalmıyor, izleyiciyi kriz zamanlarında insan ilişkilerinin doğası üzerine düşünmeye teşvik ediyordu. Tipik bir kıyamet hikâyesi olmasa da gizemli bir krizin arka planını kullanarak insan davranışlarını, korkularını ve toplumu bir arada tutan yapıları inceliyor oluşu belki de bizleri bu tehlike konusunda uyararak gözümüzü açmayı da amaçlıyordu. Güncel meseleler üzerine sosyal yorum yapma görevi gören bir film ile karşı karşıyayız. Hikâyeye daha yakından baktığımızda ve ipuçlarını topladığımızda iklim krizi, ırkçı gerilimler ve modern yaşam kaygıları gibi geniş temalar, gerçek hayatlarımızda içli dışlı olduğumuz düşündürücü temalar aslında. Bunların filmde üstü kapalı sunulması kimi seyirciyi sinirlendirebilir. Ancak filmin anlatısının doğası zaten açık uçlu olduğundan, sinirlendiğinizi düşündüğünüz bu zorlayıcılık sizi filmden soğutmamalı. Özetle, "Dünyayı Ardında Bırak" insan doğası, toplumsal yapılar ve ilişkilerin incelikleri hakkında daha derin temaları keşfetmek için kıyamet senaryosunu kullanan karmaşık ve çok katmanlı bir film. Kurgu ve spekülatif unsurların harmanlanması, izleyiciler arasında tartışma ateşleyebilecek derecede güçlü. Filmin kamu bilinci ve söylemi üzerinde bir etkisi olsa da, siyasi kararlar üzerindeki belirli etkilerini ölçmenin zor olduğunu belirtmek önemli. Siyasi ve politik değişiklikler genellikle çok sayıda faktörden etkilenir ve bunları yalnızca tek bir filme atfetmek zor olacaktır. Ama hissettiğimiz ve olmasından korktuğumuz yakın geleceğin bilimsel verileri insanları halihazırda ürkütürken, ekranda ‘olursa neler olur?’ canlandırmalarını izleyerek gittikçe yalnızlaşmak ve çaresiz hissetmek yerine özellikle iklim krizi konusunda ve Filistin soykırımı üzerinde bugün, şimdi, şu saniye enternasyonal olarak birleşmemiz çok önemli.