Akşam Digiturk’te iki dizi arasında beklerken, öylesine bir kanala girdim ve kendimi George Stevens’ın “Gunga Din”ine benzer bir filmle karşı karşıya buldum. Önce başarısız bir savaş filmi gibiydi. Derken, kibar fakat kabiliyetsiz Hintli aktör Hrundi V. Bakshi’nin yakışıklı bir star olma yolundaki başarısız çabalarını izlediğimi anladım. Yüzü mecburen kahverengiydi, aksanı bozukçaydı, gözleri pek görmüyordu ama gözlük takmayı da reddediyordu. Önce boru çalarken vuruldu, ama boruyu elinden bırakmadı bir türlü. Sonra da ortalığı karıştırıp bir kaleyi nahak yere havaya uçurunca, setten kovuldu. Hatta yapımcısına bir daha hiçbir filmde oynatılmaması için mesaj bile gitti. Ne yazık ki yapımcının sekreteri onun adını yanlışlıkla karısının verdiği partinin misafir listesinin altına yazmıştı. Böylece Bakshi kendini Hollywood tepelerinde, yapımcının karısının verdiği sözümona seçkin partide buldu.

parti-ye-buyurun-127621-1.

Bakshi’nin yaşadıkları hem çok komik, hem biraz acıklı. Kimseyi tanımadığı, hem de her şeyin gösteriş olduğunu düşünen Hollywood ünlüleriyle dolu bir partide kim kendini rahat hisseder ki? Ayrıca Hintli aktör dediğimiz gibi pek kibar, ve acemi. Üstüne üstlük, Peter Sellers’in ta kendisi. Hem de “The Party” Blake Edwards ile ikisinin Pembe Panter dönemlerinin ortasında çekilmiş bir film. Ben filmin oynadığını Facebook’tan haber verince, ne çok insanı güldürdüğü, hatta kiminin favorileri arasında yer aldığı da ortaya çıktı. Eh, Festival gibi bir sinema şöleni sırasında herkesi bir sinema hassasiyetidir alır, tabii. Ben “The Party”yi aynı zamanda biraz dokunaklı bulurum, İnsanların arasında kendini yalnız hissetmek, ne yapacağını bilememek, onlara yaranmaya çalıştıkça hata üstüne hata işlemek, komik olduğu kadar hazin da bir şeydir çünkü.

Ama Sellers-Edwards ikilisi formunda. Filmi eleştirenler olsa bile, aktör, onlara inat, en iyi oynadığı film olduğunu söylerdi. Biz Pembe Panter’leri, Dr. Strangelove’ı, “Being There”in Chance’ini ve şu anda kimbilir aklımıza gelmeyen nicelerini de severiz ama Sellers haklı. Bu da iyi oynanmış bir film. Papağan’ı beslemeye çalıştığı Birdie Num Num sahnesi ile ayakkabısını kaybedip araması eşsizdir, mesela. Peter Sellers bir karakter yaratmış ve Hrundi V. Bakshi ile partiyi kibar kibar sabote etmiş. Filmden hatırladığım bir diğer kişi ise, fena halde sarhoş garson/uşaktı (Steve Franken).

Al Johnson’ı hatırlar mısınız? “The Jazz Singer”ın caz şarkıcısı yüzünü siyaha boyamayı severdi. Sellers yüzünü kahverengiye boyamayı sever mi bilmiyoruz ama, bu filmde boyamış işte. “The Party” en büyük eleştirileri de bu yüzden aldı.

Ama bugün çekilmiş olsa alacağı kadar değil sanki. Ne olsa kültürel değerler elli yıla yakın bir aradan sonra hayli değişmiş oluyor. Sonuçta Bakshi’nin kalbinde kötülük yoktu ve filmin de kahramanıydı. Sellers, bir bukalemun olarak tanınıyordu. Hintli karakteri ve karakterin kahverengi yüzü de ırkçı bir karikatürden çok, onun kalıbına büründüğü sayısız karakterden biri olarak kabul edilmişti. Gerçi Sellers, kahramanı yüzünü boyamadan da aynı komiklikte oynayabilirdi belki ama, onca beyaz adam arasında ilk bakışta seçilip seçilemeyeceği şüpheli.

Dokunaklı dedim de, adında ‘parti’ olan asıl dokunaklı film, James Coco’nun oynadığı “The Wild Party”dir. Coco, sessiz dönemin komik yıldızı Jolly Grimm olarak, eski günlerine dönmek umuduyla çılgın bir parti verir ama ne yazık ki işler çığırından çıkar. Burada da işler çığırından çıkıyor ama endişeye mahal yok. Blake Edwards ile Peter Sellers duruma hâkim.