Yasa, yasama organınca çıkarılan, uyulması zorunlu, objektif nitelikte düzenleme demektir. Yasanın en önemli özelliği, en üst yasa olan Anayasa’nın ve evrensel hukukun yerleşmiş kurallarına aykırı olmaması ve tüm insanlar için adil, eşit ve objektif kurallar içermesidir.

Ancak tarihte pek çok iktidar, yasaları adalet, eşitlik ve özgürlük gibi değerleri tesis etmek ve korumak için değil, kendi dar çıkarlarıyla çelişen bu değerleri yok etmek için çıkarmıştır. Sözgelimi Hitler dönemi, tüm dünyaya, “yasanın kötüye kullanılması” pratiğinin trajik sonuçlarını göstermiştir. Radbruch’un ünlü formülünün, Almanya’da 1933 sonrası ortaya çıkmış olması, her halükarda bir “rastlantı” değildir. Konu “Düşman Ceza Hukuku” ile de ilgili.

Türkiye yaklaşık yirmi yıldır “Radbruch yasalarıyla” yönetilmektedir. Bu yasaların hedefinde olan kesimler (Atatürkçüler, laik ve seküler kesimler, Kürt politikacıları, solcular vd.) bu süre içerisinde son derece eşitsiz, ağır ve adalet karşıtı uygulamalara maruz kalmışlardır. Ergenekon yargılamalarında, “örgüt” suçundan -genellikle asker olan- zanlının on yıl “tutuklu kalabileceği” Adalet Bakanlığı ve “hukuk” çevrelerinde dile getirilebiliyordu. Sol muhaliflere karşı 2005’ten bu yana normal bir hukukta yeri olmayacak “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt üyesi olmak” gibi saçma bir ceza kanunu maddesi -üstelik hedef kesimler genişletilerek- işletilmeye devam edilmektedir.

“Radbruch yasaları” derken salt ceza veya ceza usul kanunları anlaşılmamalıdır. Özelleştirme ve özellikle devlette kadrolaşma söz konusu olduğunda aynı mantık işlemektedir. 16 yılda 186 kez değiştirilen Kamu İhale Kanunu’nun arka planında -diğer şeylerin yanı sıra-, ihaleye girecek “yandaş” olmayan sınıf ve grupların tasfiyesi gizli amacı vardı (“Yasa”nın yetmediği yerde, “soru hırsızlığı” ve “sınav hileleri” ile “yol”a devam edildiği -bugün iyice- görülmüş olmalı). Almanya’da aynı yasa 2. Dünya Savaşı’ndan beri sadece iki kez değiştirilmiştir.

AKP, “Radbruch yasaları”na, Cemaat (sonra “FETÖ” oldu) ile mücadelede de yoğun başvurmuştur. MİT adına, yurtdışında PKK’lilerle görüşmeler yapılması ve sonra kurumun şefinin “ifadeye çağrılması” karşısında MİT yasası alelacele değiştirilmiştir. Neticeten “genel” ve “objektif” olması gereken “yasa”, MİT şefini korumak için değiştirilmiştir. Sonuçta, MİT şefini soruşturma izni başbakana verilmiş, yeni yasal düzenleme ile bu izin alınamadığından, MİT şefi “yasal olarak” soruşturmadan kurtulmuştur.

AKP’nin “Radbruch yasaları”, 15 Temmuz 2016 sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ve ardından peş peşe yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile doruk noktasına ulaşmıştır. Tam 50 bin kişiyi “kamu görevinden çıkaran” 672 sayılı KHK, “milli güvenliğe karşı faaliyet” ve “iltisak” gibi hukukta hiç yeri olmayan kavramlara dayalıdır. Bu kavramların ne olduğunu bilen yoktur. “İltisak”, temas demektir. Bir FETÖ’cü veya PKK mensubu ile aynı kafede çay içmişseniz, telefon sinyaliniz o an aynı baz istasyonundan sinyal vermişse, siz mahkemede artık FETÖ ve PKK üyeliğiyle ile suçlanabilirsiniz. Bu Türk hukukunda bir “ilk”tir.

Resmi Gazete’de hep geceyarısı yayımlanan tam otuz bir KHK sonucu, “mesleğinden temelli çıkarılma”, “kamusal bir görev hiçbir zaman yapamama”, “sigorta ve yaşlılık geliri hakkının ıskatı” gibi ağır uygulamalara maruz kalan yüz binleri, “Radbruch Yasaları Mağdurları” olarak adlandırmamız isabetli olacaktır. Ancak hukuku katletmeyi görev bilen hükümet, bu düzenlemelerin tümünü sonradan “yasa” haline getirmeyi de başarmıştır. Bunun için yasama organında, çoğunluk parmakların havaya kalkması yeterli olmuştur. Bu “yasaların” yasa olmazdan evvel, KHK iken dahi “yargıçlar” tarafından “hukuka uygun kabul edildiği” de bir veridir. Bu nedenle, Radbruch’un “haksız yasaları uygulamamakla” yükümlendirdiği cesur yargıçların, Türkiye’de son on altı yılda iyi sınav veremedikleri söylenebilir.

15 Temmuz sonrası “davalar”da da bir “milat” yaşanmıştır.Mesela 2017 yılı içinde tam 478 bin kişiye “silahlı terör örgütü” soruşturması açılmıştır. TCK m. 309’da yer alan “Anayasal düzeni şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs etmek” suçu, yazı yazan, TV’lerde görüş belirten ve tanınmış yurttaşlara uygulanmış, mesela Ahmet Altan ve diğerleri “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” almıştır. Selahattin Demirtaş’a salt konuşmaları yüzünden 144 yıl hapis istenmesini, “adil” ve “eşit” bir hukuk temelinde açıklamak mümkün değildir. İdris Baluken’e verilen 16 yıl hapis cezasını da. Bu davalara “Radbruch Davaları” demek yanlış olmaz.

Bugüne kadar “adalet karşıtı yasa” veya “yasal haksızlık” karşısında “yasayı tanımıyorum” veya “mahkemeyi tanımıyorum” diyenler -Radbruch’tan önce de- hep vardı. Bedrettin’den Mahir Çayan’a, Castro’dan Deniz Gezmiş’e bu böyleydi. Yargıçlar söylemediler ama “kahramanlar” (bir kısmı Radbruch’tan habersiz), “eşitsiz” ve “adaletsiz” yasaya karşı “eşitlik” ve “adalet” özlemini söyledi, bundan sonra da söyleyecek.