Zaten küçük bir ev olan evimizin arka odası, DVD ve cazz CD’si işgali altında. Bazen birbirlerine giriyorlar, bazen de Bekir’le ya allah diyerek girişiyoruz, bir yıl kadar gidiyor

Zaten küçük bir ev olan evimizin arka odası, DVD ve cazz CD’si işgali altında. Bazen birbirlerine giriyorlar, bazen de Bekir’le ya allah diyerek girişiyoruz, bir yıl kadar gidiyor. Şu anda orta karar bir noktadalar. Filmler S harfine kadar yerleşmiş durumda, cazlar ise tamam ama sonradan eklenmiş ya da yerinden çıkarılıp geri konmamış hayli CD var. Yatak odam, gece okunan kitaplar dışında şimdilik canını kurtarmış durumda. Salon ise, heyhat!

‘Salon’ tabir edilen, kimilerinin ‘misafir odası’ da dediği şey bizim evde insanların oturduğu, benim bilgisayar başına kurulup yazdığım, bir yandan da herkesin şu ya da bu ölçüde televizyon izlediği, kitap da okuduğu yer anlamına geliyor. Yani bir tür ortak çalışma alanı. Başından beri bir duvarını kitap raflarına kaptırmıştır. Zamanla televizyonun iki tarafındaki boşluklara da toplam üç kütüphane yerleşti. Dar bir kitaplığın sığacağı bir boş bölüm henüz mevcut. Kitap raflarına kaptırılan duvar ise, silme polisiye romanla dolu. Malumunuz, yıllardır Milliyet Kitap’ta polisiye yazıyorum. On dört yıldır da NTV Radyo’da ‘Cinayet Masası’ diye bir program yapıyorum. Basbayağı polisiyeci sayılabilirim. Her hafta en azından iki polisiye okurum ama bunları daha çok geceleri yatınca ya da işe gidip gelirken arabada okurum ki, ötekilere de vakit kalsın. ‘Ötekiler’in büyük çoğunluğu da, kardeşim Sinan’ın dairesini işgal etmişti.

Birkaç ay önce kitaplar üst üste yere sıralanmaya başlayınca ve her torbanın içinden de çeşit çeşit kitap çıkınca yeni kütüphane vakti geldiğine hükmettim. Önce televizyon yanını çiftledim. Sonra da odanın tek boş bölümüne, arkamdaki duvara U biçimi iki buçuk kitaplık yaptırdım. Çok da sevindim, çünkü İskandinav polisiyeleri öksüz kalmıştı. Onların bir kısmı ile Dick Francis’leri, Donna Leon, Andrea Camil’leri, Holmes ve Simenon’u usturuplu bir şekilde yerleştirdim. Hol dediğimiz yerde de, benim yanlış ölçü vermem yüzünden öksüz kalmış üç kitaplıkçık vardı. Sonunda sıra onlara da geldi. Evimizin ahşaplı her şeyini yapan Ayhan’la anlaşıp, hesaplı tarafından onları da yeniledik. Dolap şeklindeki bir bölümü fantastik-bilim/kurguya ayırdım. Diğerlerini çeviri kitaplar, Türkiyeli yazarlar, İngilizce kitaplar diye dizdik. Sinan’ın evi biraz rahatladı. Polisiyeler altı raf halinde oraya da yerleşti.

Buradaki kitap meraklısı dostlarımın ve çeviri açısından bir baş belâsı olmakla birlikte çevirmenliğini yapmaktan onur duyduğum Manguel’in kütüphanelerinin yanında, sözü bile edilmez gerçi. Ama yaklaşık bir ay boyunca onlara bakınca, hatta düşününce bile ağzımın kulaklarıma varmasını engelleyemedim. Hatta şimdi bile gene böyle bir eğilim seziyorum. Her yere kütüphane koyarken, dolapmış, kapı çerçevesiymiş gibi ıvır zıvıra aldırmadığımı gören Ayhan, “Sevin Abla’ya varsa yoksa kütüphane” diye sitem bile etti. Olsun varsın, gayretimizi takdir edenler bize yeter. Büyük kısmının listesi elimde olan polisiyeler gibi diğerlerini de listeler halinde kaydedip zapturapta alsam, içim daha da rahat edecek.

Bir de kitap alma dönemleri var. Pandora’ya gelen dergileri, Robenson’a gelen kitapları almak için gidince, oradaki kitaplara dalmanın vahim sonuçları olabiliyor. (Lale Plak seferlerini hiç saymayayım, en iyisi). Bir de yayınevi için yeni kitap bakarken girdiğimiz sitelerden kendime aldığım kitaplar var. Sevdiğim yazarların bende olmayan kitaplarının da izini bulabiliyorum. Şikâyetçi miyim peki? Aslında değilim. Tek şikâyetim, okumak istediklerimi okuma fırsatı, vakti bulamamaktan. Oysa bayağı da hızlı okurum.

Neyse, dokuz gündür internet bağlantısı kesik (TTNet) bir gariban olarak eski yazıları karıştırırken “Gökten yağmur gibi” başlıklı bir yazı buldum. “Her şey bir araya geldi ve birden kendimi kitaplara gömülmüş buldum” diye başlıyordu. “Hayır, şikâyetçi olduğumdan değil, ama biraz masraflı olabiliyor. Özellikle, çoğunluğu dışarıdan gelmiş kitaplarsa.” Demek neymiş? İnsanoğlu kolay kolay akıllanmıyor. Hele benim başına gelenlerden dersini alıp adam olmuş biri olduğum hiç söylenemez. Başıma dert açtıktan kısa süre sonra sırıtarak aynı şeyleri yapıyor, “Bu sefer öyle olmaz, canım” diye düşünüyorum.

Ama söz konusu kitaplarsa olsun varsın. Nasılsa şimdilik biraz yer de açtık. O raflar da dolana kadar allah kerim. İşin fenası, artık kitaplık yaptıracak yer de kalmadı.