Bu günlerde Müfettiş Jules Maigret hayatıma müdahale edip duruyor. Gerçi başımızın tacıdır, hoş gelmiş. Ama pek üstüste geldi. Önce Maigret’nin BBC HD’de yeniden başlayacağı haberleri gözüme çarptı. Derken Işıl Gerek, eksik olmasın, benim unuttuğum, ‘Refakatçim Maigret’ başlıklı yazıyı Facebook’ta paylaştı. Hemen önce miydi sonra mı, hatırlamıyorum, bu sefer de gene TV’de Formula Macaristan yarışını izlerken Rowan Atkinson’a rastladım. Kırlaşmış sakallar, yüzde hafif bir tebessüm ve fakat ciddi bir ifade, olgunlaşmış… Yani Rowan Atkinson’la, daha doğrusu aktörün diğer adı ‘Mr Bean’le uzaktan yakından alakası yok.

Sonra birdern aklıma mahut Maigret meselesi geldi. Öyle ya, Penguin George Simenon’un bütün Maigret kitaplarını basarken, BBC HD de müfettişin çözdüğü esrarları ekrana uyarlamıştı ya. Ama üstadın bizim hayatımızdaki yeri bundan ibaret kalmadı. Maigret kitapları eskiden beri Türkçe’ye büyük yazarlar tarafından çevrilmiştir: Tahsin Yücel, Bilge Karası, Oktay Rifat, Sait Faik… Everest onun 10 kitabını bu çevirilerle yayınlama kararı aldı. Üstelik, Pera Palas’ta düzenlenen Kara Hafta İstanbul Festivalleri’nin ikincisi de Georges Simenon’a ayrıldı. Yani Müfettiş düpedüz hayatımızın bir parçası…

Ben de diz protezi ameliyatı için Amerikan Hastanesi’ne giderken yanıma ‘okunacak ilk kitap’ kararıyla bir Maigret almıştım: Penguin’in Maigret serisinden çıkan ‘The Saint-Fiacre Affair / La Messe de Saint-Fiacre’i oracıkta okuyup bitiririm diyordum. Yetmiş beş Maigret kitabının hepsini yayınlamaya karar veren Penguin, üçte birini halletmişti bile. En rahatlıkla onlardan birini okurum diye düşünmüştüm. Eh, hastanede kitap yazamam ama bir iki tanesini okumama ne engel olabilirdi ki?

“Her şey... Ameliyat olduğum günden itibaren ‘Kitabım da kitabım’ diye tutturdum. Buluyorlar, veriyorlar, üç satır okuyup uyuyorum. Ya da üç sayfa okuyup elden gidiyorum. İlk üç günde kitaptan hiçbir şey anlamadığımı görünce çok utandım. Alt tarafı, sevdiğin bir yazarı okuyorsun. Dördüncü gün, bütün gayretime rağmen, Maigret’nin doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği yere geri döndüğü ve onu çağıran olmadığı halde bir esrara ucundan köşesinden dahil olmaya çalıştığı dışında hiçbir şey bilmiyordum. Peki dedim, kitabın sonunu okuyayım, katilin kim olduğunu falan anlarsam belki neler olup bittiğini de kavrarım. Hah! Katili keşfedince kitabı da çözmek bir yana, okuduğum sondan bir önceki çözüm bölümünde katili bir türlü anlayamamıştım bile. Pes artık!” (İzninizle, bir iki kelime değiştirdim.)

Nihayet, esrarını koruyan kitabımla eve döndüm. Ve çok şükür okudum. Anlamayacak hiçbir şey olmadığı gibi, çok da iyi bir Maigret kitabıymış meğer.

Ama 150 sayfalık bir kitabı bir türlü bitiremeyişimi, katili bile anlamayışımı da hiç unutmayacağım. Umarım bir daha böyle utanç verici bir duruma düşmem.

Bu arada Maigret dizisinin bir bölümüne tesadüfen rastladım. Daha önce izlemişim ama öyle heyecanlıydı ki, işi gücü bırakıp gene izledim. Ve Rowan Atkinson’ın usta oyunculuğunu kabul etmek durumunda kaldım. Dedim ya, mübalağalı komedyenliğini, o sevimsiz komik yüzünü (herkesin zevki kendine, sinirlenmeyelim) hiç sevmem. Ama onu Müfettiş Jules Maigret olarak görünce, madalyonun diğer yüzünü de ister istemez takdir ettim. Aslında esas sevmediğim, Mr. Bean’in kendisi. Örneğin ‘Blackadder’ dizisinde Atkinson, tacı babasıyla kardeşinden almak için boyuna planlar kuran Prince Edmund, yani ‘Blackadder’da gene garip ama yer yer komikti. Senaryoyu da Richard Curtis ile birlikte yazan iki kişiden biriydi.

Burada ise başka biri, serapa Maigret. O koca cüssenin eksikliğini bile hissettirmiyor. Doğrusu müfettişin piposunun ona bu kadar yakışacağını da tahmin etmezdim. Ama zaten tahmin konusunda pek de iyi sayılmam, değil mi?