Türkiye’deki sendikalı işçi sayısına ilişkin veriler, Çalışma Bakanlığı tarafından Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre memleketteki sigortalı işçi sayısı 16 milyon 395 bin. Bu sayıya sigortası olmayan işçiler dahil edildiğinde, 20 milyona ulaştığı söylenebilir. Buna karşılık sadece sigortalı değil, sigortasının yanında bir de sendikalı olan işçi sayısı 2 milyon 495 bin. Her 100 çalışanın 70’inin sigortası var. Bu 70 çalışanın da 10’unun sendikası var. 1980’de sigortalı her 100 işçinin 41’i sendikalıydı. Bugün sigortalı her 100 işçinin 15’inin sendikası var. Bu haliyle, “12 Eylül Rejimi’nin sendikaya bakış açısı neyse, Erdoğan Rejimi’nin de sendikaya bakış açısı odur” desek buna dönük tek itiraz, Erdoğan Rejimi’nin bu konuda daha acımasız olduğu yönünde olabilir. An itibariyle içinde yaşadığımız rejimin emekçiye yaklaşımı “veren el” yaklaşımıdır. Bahçeli’nin ifadesiyle, hâkim ve hadim olan devlet, emekçi için ne tasarruf etmişse, o tasarrufa itiraz etmemek gerekir. Veren el alan elden üstündür. Sendika, grev hatta işçinin sigorta talep etmesi bile devlet iradesine itiraz yükseltmektir. Devlet ise Erdoğan’ın iradesinde vücut bulmuştur. Bu irade karşısında boynunun bükmeyenler vatana ihanet çerçevesinde değerlendirilir. Rejimin ruhu bu…

20 milyon işçinin 2 milyon küsuru sendikalı. O sendikaların da büyük çoğunluğunun “adı” sendika. Küçük bir örnek; 2 ayı geçkin süredir direnen Özak Tekstil işçilerinin mücadelesi ne için? Öz İplik-İş’ten ayrılıp, BİRTEK-SEN’e geçebilmek için. Bu değişiklik işçilerin sözde anayasal hakları. Ama Anayasa’yı takan kim? İşçiler sadece sendikalarını değiştirmek isteyince Vali kentte 3 gün eylem yasağı kararı alıyor. İşçilere polis copu, gaz ve tazyikli su… İşçiler organize sanayinin içindeki camiye ihtiyaçları için girince, kentin müftüsü camiye gelip işçileri kovuyor. Bu esnada sendika adındaki “İnsan Kaynakları Birimi” ne yapıyor? Patronla bir araya geliyor ve işçiyi tehdit ediyor: BİRTEK-SEN’e geçmeyin, geçerseniz atılırsınız…

Bu ortamda, tekstil işkolunda 1 milyon 229 bin sigortalı işçi var. Bu sigortalı sayısı fakat çoğu sigortasız işçilerden oluşan göçmenler sektörün can suyu. Türkiye vatandaşı olup da sigortalı olabilmeyi başarmış işçilerin de yalnızca 108 bini sendikalı. Sendikalıların da yarıya yakını sarı tonu son derece koyu olan Öz İplik-İş üyesi.

∗∗

İnşaatı ele alalım. Türkiye’de inşaat sektörü ile siyasal iktidar arasındaki çıkar ortaklığı artık sır değil. İnşaat rantı kamu ihaleleriyle tesis edilir, bu rantın bir kısmı siyasal iktidar tarafından kendi takipçilerine bölüştürülür, bu rant sayesinde siyaset finanse edilir. İnşaat sermayedarları da siyasal iktidarın sözünden çıkmaz. Daha küçük ölçekliler de partisi fark etmeksizin belediyelerin sırtından geçinir, aynı tezgâh belediye ölçeğinde de kurulabilir.

İnşaat işkolunda 1 milyon 670 bin sigortalı işçi var. Sigortasızlarla sayı 2 milyonun üzerinde. Sigortalıların sadece 55 bini sendikalı. Sendikalılaşma oranı yüzde 3,3. O sendikaların da çoğu sarı sendika.

Dünyanın her yeri mi böyle? Değil elbette… Mesela Slovenya’daki bir televizyon kanalı Türkiye’nin en büyük inşaat şirketlerinden biri Cengiz İnşaat’ın Bosna’nın Zenika kentindeki şantiyesini gezmiş. Gezinin nedeni, yine Cengiz’in Slovenya’da aldığı bir tünel ihalesi. Slovenyalılar Cengiz İnşaat’ın Türkiye’deki çalışma koşulları hakkında haberlerin gündem olması üzerine endişelenmişler. Malum, 3’üncü Havalimanı onlarca işçinin ölümüyle sonuçlandı. Fakat Bosna’yı gezen Slovenyalı gazeteciler rahatlamışlar. Cengiz’in Avrupa’daki şantiyesini gezen gazetecilerin izlenimi şöyle:

İşçiler altı yataklı, ortak banyolu, temiz barakalarda kalıyorlar. Günde üç öğün sıcak yemek hazırlanıyor ve ortak bir yemekhanede sunuluyor. Üç ay çalışan işçi, 10 gün izin kullanabiliyor. Haftalık çalışma süresi ise 40 saat.

Avrupa Birliği’nde ihale alan Cengiz böyle çalışmayı da biliyor ama Türkiye’de böyle çalışmak zorunda değil. Çünkü Türk-İş ve DİSK’in de üyesi olduğu Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ITUC) verilerine göre Türkiye çalışma koşullarının en kötü olduğu 10 ülkeden biri. Belli ki, bu tablo bizim sermaye takımının işine geliyor. Bu koşulları yaratan düzene de sadıklar.

∗∗

Sigortasız işçi çalıştırmak Anayasa’ya aykırı mı? Aykırı… Peki çalışanların 3’te 1’inin sigortası var mı? Yok…

Bordroluların yüzde 30’u kayıt dışı çalışıyor. Kayıtlı çalışan işçilerin de yüzde 85’i sendikalı değil. Peki işçilerin sendika seçme hakları var mı? Var… Peki bu hak devlet güvencesi altında mı? Anayasa’ya göre öyle ama Anayasa’yı dinleyen var mı? Yok…

Türkiye bir sosyal devlet mi? Anayasa’ya göre öyle… Aynı Anayasa’ya göre vergi ödeme gücüne göre alınmalı. DİSK haftalardır “vergide adalet” kampanyası düzenliyor. Başkan Arzu Çerkezoğlu bunun için İstanbul’dan Ankara’ya yürüdü. Çalışma Bakanı, DİSK Başkanı’na randevu bile vermedi. Peki Anayasa’yı takan var mı? Yok…

STK adı altında cemaatler, tarikatlar, Ülkü Ocakları derslere sokuluyor mu? Sokuluyor… Anayasa’ya göre sözde herkesin din ve vicdan özgürlüğü var. Peki takan var mı? Yok…

Can Atalay seçilmiş Hatay milletvekili mi? Öyle… Anayasa’ya göre tahliye edilmesi gerekiyor mu? Evet. Peki Anayasa’yı dinleyen var mı? Yok… Üstelik Anayasa’yı dinlemeyen yine anayasal kurumlar. Meclis, Yargıtay, 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi vs…

Bu bir rejim krizi mi? Değil… Rejimin ta kendisi.