“İslâm hukukçuları, fıkıh kitaplarında şahadet bahsinde güldürenin (mudhik), maskaralık edenin (sâhir), alay edenin (müstehzî) ve çok şakalaşanın (kesîru’’d-duâbe) şahitliklerinin düşeceği konusunda görüş belirtmişlerdir. Bazı âlimler buradan hareketle, bir başkasını temsil etmek için oyuncu rolünde oynamanın, mürûet (mükemmel insan olma) vasfını koruyamama gerekçesiyle, kazâen şahitliği düşüreceğini zikretmişlerdir.” (İsmail Güllük, İslam ve Sinema, Siyer Yay., İstanbul, 2016, s. 157)

∗∗∗

Aralık 2012’de, o sırada Radikal’de yazan Tayfun Atay’la İslami sinema ve oyunculuk üzerine kısa bir polemiğe girmiştik. Tayfun Hoca, kabaca “Türbanlı karakterleri canlandıran seküler oyuncular yerine, neden gerçekten türbanlı oyuncular olmasın?” şeklinde özetlenebilecek bir görüş öne sürüyordu. Yazısına tepki gösteren İslamcılara bir sonraki yazısında şunu soruyordu: “Hazreti Ayşe’yi oynamak istemez misiniz? Gonca Kuriş’i oynamak istemez misiniz?” (Radikal, 20.12.2012)

Bense, sinema üzerine düşünen İslamcıların mahkum olduğu dinsel sınırlamalardan söz ederek, Müslümanların bu konuda epey sıkıntılı bir durumda olduğunu söylüyordum: “‘Sadece türbanlı kadın rolleri oynayacak kadar türbanlı’ hiçbir oyuncu Gonca Kuriş’i canlandırmak istemez çünkü böyle bir anlatıda Hizbullah denen dinsel ölüm çukurunu ve ‘cihad’ kavramsallaştırmasını da göstermeleri gerekir.” (BirGün, 22.12.2012)

Söylemeye çalıştığım şuydu: Hizbullah teröristleri, Gonca Kuriş’i inandıkları şeriat hükümleri gereği öldürmüştür. Yani Kuriş’le ilgili böyle bir film/dizi yapacaksanız, bu terör örgütünün İslam anlayışını da masaya yatırmanız gerekir. İşte orada işler karışacak, bizzat İslamcılar müdahil olacaktır. Elbette tüm Müslümanlar Hizbullah zihniyetinde değil, ama İslamcı politikalar karşısında bunun pek bir anlamı kalmayacaktır. Ben bunu ifade etmeye çalışırken, bir gün Hizbullah’ın uzantısı olan bir partinin meclise gireceği, ilk hedef olarak 6284 sayılı yasayı ortadan kaldırmak için uğraşacağı hiç kimsenin aklına gelmiyordu.

Atay’ın sorusunun ilk kısmı (“Hazreti Ayşe’yi oynamak istemez misiniz?”) o gün olduğundan çok daha tehlikeli bir konuya değiniyor artık. Nedenini biliyorsunuz.

Neyse, ‘vuruş sayısı’yla sınırlı gazete köşelerinde tartışılabilecek bir konu değildi bu; biz de çoğunlukla birbirimizin söylediklerine yanıt vermeye çalıştığımızdan, ne yazık ki verimli bir tartışma olmamıştı.

Tartışmayı yeniden başlatmak gibi bir niyetim yok. Olsaydı bile, her gün daha da ileriye giden ‘ileri demokrasi’ ülkesinde görüş açıklamak artık daha tehlikeli hale geldiğinden, sıkıntı yaşayacağımız kesindir.

Bu polemiği anmamın nedeni, son iki haftadır Netflix’te izlediğim Suudi Arabistan yapımı film ve diziler. Şunun şurası 5-6 yıl önce Suudi Arabistan’da kadınların araba kullanmasının yasak oluşundan söz ediyorduk. Bugünse, insanı hayrete düşürecek kadar hızlı bir toplumsal değişimin kültürel izleriyle karşı karşıyayız.

Ezan sesinin çok az duyulduğu -bazen hiç duyulmadığı!-, çok az cami görünen -bazen hiç görünmeyen!-, kimi zaman şeriat yasalarına karşı gelen ve hatta eleştiren bu anlatıları bir sonraki yazıda tartışacağız.

∗∗∗

Başlangıçtaki alıntıyı yaptığım kitap, “Sinemanın Fıkıh Dili” alt başlığını taşıyor. 2010’da doktora tezi olarak sunulup 2016’da kitap olarak yayımlanan çalışma, sinemaya -özellikle oyunculuğa- şeriat hükümleri çerçevesinde bakıyor. Kapanışı da aynı kitaptan, ‘Rolün Mahiyeti’ başlıklı bölümden bir alıntıyla yapayım ki, düşünsel yapıyı daha net görelim: “Rol yapma esnasında oyuncunun tam özgür olmadığı, yönetmenin kurallarına bağlı olduğu için sürekli olumsuz karakterleri canlandıran oyuncuların zamanla oynadıkları rolün karakterlerini benimseme tehlikesi, sinema sanatının önemli bir sorunudur. Bu gibi oyuncuların, ilerleyen yaşlarda psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalmaları muhtemeldir.” (s. 137)