Soma’da resmi rakamlarla 301 işçiyi madende, toplu iş cinayetinde kaybettik.

Soma’da resmi rakamlarla 301 işçiyi madende, toplu iş cinayetinde kaybettik. Madenlerin özelleştirilmesi, devlet eliyle azgın kâr hırsına açılması ve insanca çalışma yaşamının hiçe sayılması sonucu sadece bir yılda kaybettiğimiz işçi sayısı bini geçti, kaybetmeye devam ediyoruz.

Hayatını kaybeden işçilerin büyük bir çoğunluğu çiftçi ailelerden geliyordu. Ailelerinin bir zamanlar çalıştığı verimli toprakların yağma ve talana açılması sonucu maden işçileri olan bu toprağın çocukları, “Başka iş mi var?” diyerek taşeron ve rödovans sistemiyle kamusal denetimlerin yok sayıldığı, düşük ücretle, uzun mesailerle 21. yy’ın sömürü cehennemlerine dönüştürülmüş madenlerde ölümü enselerinde hissederek çalıştılar. Gündelik hale gelen iş cinayetlerinde sıranın bir gün kendilerine geleceğini bilerek çalıştılar.

Bugün kayıtlı olarak 49 bin işçi toprağın altında kömür ve linyit çıkartmak için çalışıyor. Aynı cehennemde, üstelik her geçen gün torba yasalarla daha da ağırlaşan koşullarda. Bu koşulları yaratanlar bırakın sorumluluklarının hesabını vermeyi, her geçen gün yeni iş cinayetlerine davetiye çıkarma çabasında.

AKP bir yandan inşaat, enerji ve madencilik başta olmak üzere, açıkladığı ekonomik programlarla ‘işgücü verimliliğini yükseltmek’ adı altında taşeronluğu daha da yaygınlaştıracak adımların planlarını yapıyor, diğer yandan da Ulusal İstihdam Stratejisi’ni yaşama geçiriyor. Stratejide neler yok ki… İşçilerin kıdem tazminatını en az 10 yıl bekleyerek ve daha az bir tutarda alacakları kıdem tazminatının fona devri, kiralık işçi uygulamasını yaygınlaştıracak taşeronluğun en acımasız versiyonu Özel İstihdam Bürolarına daha fazla yetki, yarı zamanlı çalışma, uzaktan çalışma, evden çalışma, çağrı üzerine çalışma gibi istihdam biçimlerinin kalıcı hale gelmesi vb birçok uygulama. Kısaca işçiler ve işgücü olmaya hazırlanan genç nesiller için AKP, “kendi istediği işleri” “kendi istediği koşulları” hızla örmeye devam ediyor.

Koşullar yukarıda görüldüğü ve yüzleşilmekte olan acı sonuçlarıyla ortada. AKP’nin “kendi istediği işler”e gelince; AKP’nin ücretli emeğe yani vasıflı veya vasıfsız bir bütün olarak ucuz işgücü olarak gördüğü geniş emekçi kesimlere işaret ettiği işleri nasıl yarattığı sorusuna verilebilecek en somut ve güncel örnek Yırca. Soma’da verimli toprakların nasıl yok edildiğidir.

Türkiye’nin bir zamanlar en verimli arazilerinden olan Manisa’da zeytin, pamuk, tütün  ayçiçeği, mısır tarımı yapılıyordu. Tarım alanlarını birer rant arazisi gören AKP’nin tarımı dışa bağımlı hale getiren politikaları sonucu çiftçi başta mazot ve gübre olmak üzere maliyet girdilerini karşılayamaz hale geldi. Ardından sözleşmeli tarım uygulamasıyla şirketlerle anlaşma yapmak zorunda bırakıldı, bu şirketlerin aracılık yaptığı uluslararası dev şirketlere ucuza ürün vermeye başladı. Bu ‘dev’lerin istediği ölçüde, istediği fiyattan üretim yapmaya zorlanan çiftçilerin sadece Manisa’da değil Türkiye çapında yoksullaşması ve aileleriyle birlikte kentlerde inşaat, maden ve enerji gibi alanlara yönelmesinin kısaca özetidir bu.

Tarımsal üretimi dışa bağımlılığın bir sonucu olarak gerileten AKP, buradaki arazileri de boş tutmadı, bu sektörlere karlı birer alan olacak şekilde yağmaya açacak yasal düzenlemeleri hayata geçirdi.

Soma faciasının yaşandığı günün hemen ertesinde Kolin Şirketler Grubu’nun Soma’da kurmayı planladığı, hukuksuz/zora dayalı bir şekilde kesilen binlerce zeytin ağacının yerine kurulması planlanan termik santrala kömür temin edecek madenler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kararınca ÇED’ten muaf tutuldu. Yüksek mahkemelerce daha önce iki kez iptal edilen bir madde hayata geçirildi, hem de Soma’nın ertesi gününde!

Yırca’da geçen günlerde 6 bin zeytin ağacı iş makinelerince, üzerlerindeki ürünüyle söküldü. “Yediğiniz zeytinler nasıl boğazınızdan geçecek” diyerek sabah akşam nöbet tutan, ‘Acele mülksüzleştirme/kamulaştırma kararından’ dolayı kendi arazilerine girmesi engellenen köylülere saldırı eşliğinde söküldü.

Ve bir kez daha gördük ki, fidanları öldüren düzen tüm vahşetiyle devam ediyor.

Önce ağaçlar kesiliyor, köylünün ürünü, yaşam alanı yok ediliyor; sonrasında açlıkla yüz yüze bir yaşam mücadelesi başlıyor, madenlerin kapıları açılıyor. İşte orada ağaçları yok eden iş makineleri birden patrona ve bu patrona her şeyi reva gören düzenin kendisine dönüşüyor.