Geçen haftaki Memleket Tabipliği’nde AKP’nin “Aile Hekimliği Türkiye Modeli”nin COVID-19 salgınındaki başarısızlığından bahsetmiştim. Aslında aile hekimliği sisteminin bir diğer büyük başarısızlığını da 11 ilde 14 milyon nüfusu etkileyen, 50 binin üzerinde insanın öldüğü, yüz binlerce insanın yaralandığı 6 Şubat depremlerinde gördük.

Milyonlarca insanın evsiz kaldığı, milyonlarca insanın göç ettiği depremlerde bölge/nüfus tabanlı sağlık ocağı sistemi yerine kurulan liste tabanlı aile hekimliği sistemi de enkaz altında kaldı.

Peki Türkiye AKP’nin “Aile Hekimliği Türkiye Modeli”ne mahkum mu?

Tabii ki değil. Öyle çok uzaklara gitmeye gerek yok. AKP öncesine bakmak yeter.

27 Mayıs döneminde çıkarılan Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanundan bahsediyorum. Sosyalleştirmenin birinci basamak hizmet modelinde temel birim sağlık ocağıdır. Sistemin temel ilkeleri bölge/nüfus tabanlı olması, kişiye ve topluma yönelik koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin birlikte yürütülmesi ve ekip çalışmasına dayanmasıdır.

Bunun için sağlık ocağı sistemi 5-10.000 kişiye bir hekim ve 2-3.000 kişiye bir ebe olacak şekilde planlanır. Coğrafi ve demografik özellikler dikkate alınarak her üç, dört köye bir sağlık evi, sonra her üç, dört sağlık evine bir sağlık ocağı yapılacak, sağlık ocağı personeli bir hekim, bir hemşire, bir sağlık memuru, her 2.500 nüfus için bir ebe, bir hizmetli, bir şoför ve bir tıbbi sekreterden oluşacaktır.

∗∗∗

Sağlık ocaklarının ilk işi hizmet vereceği nüfusu tanımak ve kayda geçirmektir. Yılda bir kez bölgedeki bütün haneler ziyaret edilerek tüm “ev halkı” demografik özellikleriyle “Ev Halkı Tespit Formu”na işlenir. Bir sonraki yıl ortası Mayıs, Haziran aylarında yapılan ziyaretle doğum, ölüm, göç gibi bütün değişiklikler kayıt altına alınmış olur. Sonra bu formlardan her bir kişi için birer “Kişisel Sağlık Formu” oluşturulur. Sağlık ocakları yalnız hasta olunduğunda başvurulan bir tedavi birimi değildir. Nüfus tabanlı örgütlendiği için kendisine başvursun ya da vurmasın kendi bölgesinde yaşayan herkesin bilgisi elindedir. Böylece çalışmalarını hizmet verdiği nüfusun demografik özelliklerine ve bölgede sık rastlanan hastalıklara göre planlayabilir. Sağlık ocakları hasta muayenesi ve aşılama gibi kişiye yönelik sınırlı hizmet vermez, tuvaletlerin iyileştirilmesi, açıkta akan lağımların ıslahı, esnaf denetimi gibi çevre sağlığı hizmetlerini de yürütür. Sağlık ocağı ekibi aynı zamanda kendi bölgesindeki bulaşıcı hastalık durumunda temaslı takibini yapan filyasyon ekibidir. Bundan seksen yıl önce planlanan sağlık ocağı mimarisi de harikadır. Ana giriş kapısının hemen sağında küçük cerrahi işlemlerin yapıldığı bir müdahale odası, yanında aşıların saklandığı buzdolabının da bulunduğu bir laboratuvar, sonra sırasıyla hemşire, muayene ve doktor odası gelir. Gelen hastayı önce sağlık ocağı hemşiresinin karşılaması ve muayene sırasında hekime eşlik etmesi için bu üç oda aynı zamanda içten de bağlantılıdır. Sağlık ocağının doğum odası ve hamileler için ikinci kapısı en dipte yer alır. Kayıtların saklandığı arşiv odası da unutulmamıştır.

Her sağlık ocağında hekim, hemşire, ebe, sağlık memuru için birer lojman ve bir de garaj bulunur. Ocak hekimi çalışmasını sadece sağlık ocağında yürütmez. Ocağa bağlı köyleri haftalık olarak ziyaret eder, sağlık evi ebesiyle birlikte o köylere de hizmet verir.

Sağlık ocağı sisteminde “bütüncül/tümelci” hizmet benimsenmiştir. Sağlamı korur, risk altına girenin geliştirilmesini sağlar, hastalananı tedavi eder, iş göremez duruma geleni topluma kazandırır.

∗∗∗

Sağlık ocakları modelinden söz ederken tabii ki bundan seksen yıl önce kurulan bir sistemin bugün aynen tekrar edilmesini öneriyor değilim.

Her şeyden önce o yıllarda Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu köylerde yaşıyordu. Sistem de ona göre kurulmuştu ve kırsal bölgelerde gerçekten de çok önemli hizmetler verdi. Şehirlerde, hele de büyük şehirlerde ise o kadar etkin olamadı. Arkasında şimdiki aile hekimliği sisteminde olduğu gibi idari, mali, siyasi destek de olmayınca yıllar içinde yetmezliğe sürüklendi.

Demek istediğim…

Sadece salgın hastalıklar ya da olağandışı durumlar boyutuyla değil, Türkiye sağlık sisteminin her geçen gün daha da büyük bir kaosa sürüklendiği, hastaların telefonla randevu alabilmek için günlerce, haftalarca beklediği, beklerken yaşamlarını yitirdiği, hastanelerde muayene sürelerinin beş dakikaya indiği, acil servislerin dolup taştığı bugünlerde sağlık ocakları sistemini yeniden düşünmek çözüm için iyi bir başlangıç olur.

Not: Sağlık ocakları sisteminin daha ayrıntılı bir anlatımı için benim de yazımda yararlandığım Prof. Dr. Gazanfer Aksakoğlu’nun “Sağlıkta Sosyalleştirmenin Öyküsü” makalesine bakılmasını öneririm.