‘The Crown’ adlı dizi, hem dönemsel olması sebebiyle geçmişten günümüze toplumun ve iktidarların nasıl bir değişim geçirdiğini, saray ile halkın yaşadığı gerçekliklerin nasıl birbirinden tamamen farklı olduğunu göstermesi açısından ilgi çekici. Saray'daki herkes sanki doğuştan bir role hazırlanıyor ve gerçekte olmadıkları bir kişiliğe doğru evrilirken, içsel çatışmalarıyla sürekli bir kaygı ve hayal kırıklıklarıyla boğuşuyorlardı. Dizinin başarısı, her ne kadar baştan sona saray övgüsü üzerine kurulu olsa da bu sahte gerçekliği ifşa etmesi.

PRENSES ALICE

Özellikle, kraliyetin halkın gözünde itibarını yeniden sağlamak için Prens Philip’in geçmişte acılar çekmiş annesini medyanın önüne attıkları bölüm bu açıdan çarpıcıydı. Prens Philip'in annesi Prenses Alice, yazılanlara göre Simmel ve Binswanger tarafından Freud'a da danışılarak tedavi edilmeye çalışılmıştı. Bir görüşe göre tedavi amacına ulaşmış ve Prenses Alice Atina'ya yerleşerek kendisini yardıma muhtaç insanlara adamıştı. Bir görüşe göre de tedavi daha da travmatize etmişti Prenses'i. Ama Kraliçe ve Prenses üzerine düşünürken, biri gerçek kişiliğiyle, diğerinin personasıyla var olmaya çalıştığını söylemek mümkün. Bir de Prenses Diana var ki, başka bir yazı konusu…

KRALİÇE OLMAK

Dizide Kraliçe'nin sürekli kaygısıyla baş etmeye çalıştığını görüyoruz, başbakanlar, eşi, kardeşi, kimse bütünüyle güvenilir değildir. En yakınındaki kişilerden biri Sovyet casusu çıkar örneğin. Onun kaygıyla baş etme stratejisi, rolüne, personasına sıkı sıkıya bağlılık ve donukluğa varacak derecede içine çekilmek… Dizinin bir yerinde, kraliçe değil de at yetiştiricisi olsaydı daha keyifli bir hayat süreceğini bile dile getirir. Personası, bütün içsel varlığını hapsetmiştir sanki. Her sezonun farklı bir dönemi, o dönemin aktörlerini göstermesi de yaşanan değişimi hissettirmesi açısından ilgi çekici. Geçmişteki bütün o karakterlerin bugün bir karşılığı yok. Her şey öylesine hızlı değişiyor ki… Bu değişim, bir zamanlar nostaljiyi gerekli kılarken şimdi tam tersine geçmişi ya bir fantezi gerçekliğe dönüştürme ya da ilgilenmeme noktasına getirdi. Çünkü sürekli bir hayal kırıklığı tarihine dönüştü geçmiş.

EVSİZLİK

Zorlantılı çalışma gereksinimi, değişen zamana ve şartlara uyum mücadelesi, boş zamanları sürekli bir şeyler yaparak doldurma, kaygının ve boşluk duygusunun hangi noktalara geldiğini gösteriyor. Bugün herkes Kraliçe gibi yalnız ve kaygılı… Herkes rolüne sıkı sıkıya sarılıp evsizliğini unutmak istiyormuş gibi.

Hayatın her alanında görülen bu değişim ve belirsizlik kitleleri öylesine çaresiz hissettiriyor ki, aşırı sağın vaat ettiği katılık ve muhafazakârlık bir kurtuluş yanılsaması uyandırabiliyor. Kapitalizmin özgürlükle süsleyip pazarladığı yeni tür bireyciliğin çuvallaması, özgürlükçü ve özneleşmeyi hedefleyen siyasetleri de zora sokmuş gibi görünüyor. Bu yanılsama, kişinin kendi kimliğini yaratabildiği fikrine dayanıyor. Bu da aileyle, toplulukla, sınıfla, kültürle, devletle özdeşlikler kurma ihtiyacını ortadan kaldırarak, başka tür bir yalnızlığı ve evsizliği peşinden getiriyor. Travmalarınla yüzleş, kendi öz hakikatine ulaş ve kendini yeniden yarat. Estetik operasyonda olduğu gibi şu kadar seansta kişiliğine de yeni bir biçim verebilirsin. Durumun böyle olmadığı artık anlaşıldı ve aşırı sağ pek çok kişiye gerçeklerle daha uyumluymuş gibi gelmeye başladı. Otoriter bir figürle özdeşlik kurup kaygılarından kurtulacağına inanan kişinin altta yatan düşüncesi, bütün seçenekler zaten yanlış ve yetersiz, bu yüzden düşünüp hayal kurarak üzüleceğime, kendimi yormam daha iyi, o düşünsün…

AŞIRI SAĞ

Aşırı sağın verdiği bu gerçeklik hissi yanılsamasını, televizyonlardaki gündüz kuşağı reality şovlarda da gözlemlemek mümkün. Sanal âlemden yorulmuş insanlar, gerçekliği bu şovlarda aramaya başladı. Çünkü orada kimse rol yapmıyor, herkes bağırıp çağırarak tüm gerçek duygularını dile getiriyor. Bu duygular ne kadar ürkütücü ya da aşağılayıcı olsa da gerçek. Ama oradaki gerçeklik, tıpkı aşırı sağın gerçekliği gibi içi boş bir yanılsama, herkes rol yapıyor.

'The Crown'a dönecek olursak, geçmişi başka bir gözle yeniden okumaya başlamadığımız sürece, bugünün koordinatlarını belirlemek mümkün olmayacak. Bu tür diziler belki bu açıdan yeni bir heves de yaratıyordur.