Sosyal medyanın, özellikle de Youtube ve Instagram’ın düzenli kullanıcıları, başlıkta kullandığım bu lâfa, ziyadesiyle âşinâdır.

Sesini artık ezberlediğimiz, yerel şive ile gönüllerimizi fetheden "Erzurumlu Spiker" diye bir karakter, daha doğrusu bir "fenomen" var. Futbol gündeminde (malûm Filenin Sultanları vesilesiyle voleybola da daldı bu aralar) ses getiren golleri, yeniden seslendiren bu spiker "topun ağlarla buluştuğu" anda avazı çıktığı kadar, "Saplaaaa!.." diye bağırarak, kelimenin tam anlamıyla kırıp geçiriyor.

Bu videoları yaydığı mecranın adı da, son derece mütenasip bir şekilde "Sapla TV" oluvermiş. İzlemenizi öneririm. Pişman olmayacaksınız. Çok eğlendirici.

Ben de nedense, TV’de haberleri izlerken ve gazeteleri okurken, sık sık içimden bu "Saplaaa!.." nidasını geçiriyorum.

Mesela Çarşamba sabahı, Cumhurbaşkanı’nın bir "toplu katliam hükümlüsü katili" affettiği haberini okurken-izlerken aynı şeyi yaptım. Aklın, izanın, vicdanın, insanlığın, hukukun ve hakkaniyetin kalesine doğru atılmış "bomba gibi" bir şuttu bu. Hani derler ya, "fileleri havalandıran" cinsten. Tam doksana takılmış bir toptu.

Hiç kimse, Cumhurbaşkanı’nın af gerekçesi olan "yaşlılık ve sürekli hastalık" gerekçesine karşı olduğumuzu sanmasın. Bunlar, elbetteki her insanın yerine göre destekleyebileceği insani gerekçeler.

İyi de... Bu gerekçe ile tahliye ya da af bekleyen onlarca, belki de yüzlerce tutuklu ve hükümlü varken, tercihin Madımak Katliamı hükümlüsü bir katil için kullanılmasını nasıl izah edeceksiniz? Akıl ve mantık, ya bu gerekçe ile başvuru yapan (ya da yapmayan) herkesin affedilmesini, ya da bir öncelik sırası uygulanacaksa, "insanlık dışı bir toplu katliam, üstelik de nefret suçu din, mezhep ayrımcılığı güdüsü ile işlenmiş bir siyasi katliam hükümlüsünden" başlan-ma-masını emretmez mi?

Tam da insanlığın böğrüne "saplanmış" koskoca bir hançer, hatta kılıç değil midir bu karar?

∗∗∗

Aynı gün, aynı Cumhurbaşkanı, öğle saatlerinde kameraların önüne geçip bir enkaz yığınına dönüştürdüğü ülke ekonomisini sözde ayağı kaldırmayı amaçlayan bir programı anlatıyor vatandaşlarına.

Yine, elinde o keskin kılıç.

Sapladıkça saplıyor.

"Enflasyon bu yıl sonuna doğru yüzde 65’e çıkacak (tabii öyle demiyor, ‘olması öngürülüyor’ diye yumuşatıyor), ama sonra tek haneye (1500’üncü kez duyduk bunu) indireceğiz inşaallah..." diye alenen ve hiç sıkılmadan alay ediyor milletle... Saplamada daha da ileri giderek Amerikan Doları’nın 2026 yılına kadar 47 TL’ye (Kırkyedi TL) çıkacağını "müjdeliyor"...

Hangi Amerikan Doları? Hani şu iktidara geldiğinde 1,6 TL (1 lira 60 kuruş) düzeyinde aldığı Dolar.

Saplamanın ötesinde bir olay bu. Aklımdan (gerçekten) geçen fiili kullanırsam, hem kendimi hem de bu gazeteyi hukuken zor durumda bırakabilirim. Yazmıyorum.

Daha da ileri gidiyor Cumhurbaşkanı, aklımızda alay etmeye devam ederek.

"Programa desteğimiz tamdır..." diyor.

Yok canım?

Yani?

"Bunu yazan Memet (Şimşek)" demeye getiriyor. "Tutarsa, başarılı olursa ben sahipleneceğim. Olmadı... Bak, ben o kadar destek verdim. Rasyonel filan dedin. Senin için ben bile riskler aldım. Başaramadın. Güle güle... Günah benden gitti..." diyecek yani.

"Saplaaaa!.."

Çarşı pazarın halini, emekçinin emeklinin halini, okula başlayacak öğrencinin halini, okula ve yurt fiyatlarına harç fiyatlarına, gıda fiyatlarına kitap fiyatlarına, büyük kentte yaşam maliyetlerine bakıp başlayamayan öğrencinin halini zaten yazmıyorum bile. Bir korku filmi gibi neredeyse. Hani "saplamak" fiili ile bile anlatılamayacak, hunharca bir "sapla-çıkar-sapla-çıkar" sahnesini tasvir eder gibi olacak yazsam.

∗∗∗

500 gün olmuş Gezi Tutsakları’nı içeriye aldıklarından bu yana geçen süre.

Adalete sapladıkları hançer, böğürlerde öylece duruyor.

Delilsiz, temelsiz, vicdansız ve izansız bir yargılama ve cezalandırma sürecinin öyküsü bu.

Mücella, Can, Çiğdem, Mine, Tayfun, Osman ve Hakan’ın öyküleri...

Doğayı, çevreyi, İstanbul’u, yaşamı, kent hukukunu ve o şanlı direniş üzerinden "itiraz etme hakkını" savunan on milyonlarca insan adına bedel ödeyen bu pırıl pırıl insanların öyküleri.

Bir inat, bir hırs, bir intikam uğruna.

Saplaya saplaya bitmiyor bu öyküler.

Boyun eğmediği, gazeteciliği, itiraz hakkını, vicdanlı yayıncılığı savunduğu için sudan bir bahane ile zindana tıkılan ve hukuksuz yere tutuklu dostum Merdan’ın öyküsü.

Saplaaa!...

Yetmiyor.

Halkın helal oyları ile hilesiz hurdasız Hatay Milletvekili seçilen, elinde mazbatası ile Silivri Zindanı’nda "ahlaksızca ve vicdansızca", Anayasa’ya ve AYM kararlarına aykırı şekilde tutulmaya devam edilen kardeşim Avukat Can’ın öyküsü.

Gazeteciliğin yüz akı, yazdığı her makale, her haber, her kitapla göğsümüzü kabartan ve bunun bedelini, "katillerin, kaçakçıların, tecavüzcülerin yaarlandığı" infaz hükümlerinden yararlandırılmayan meslektaşım Barış’ın öyküsü...

"Darbe olmayan bir darbe" gerekçesiyle, FETÖ’cü kumpas yargısı artığı bir iddianame ile intikam uğruna ölüme mahkum edilen, üstelik de "bir toplu katliam sanığı affedilerek kendilerine adeta nanik yapılan" 5 hasta ve yaşlı emekli komutanın öyküleri.

Bütün bunlar olurken birilerinin, "Sonra dedim ki... Ben gidiyorum. Dur yahu gitme dediler. Bak dedim giderim ha... Gittim. Zor ikna ettiler beni. O sırada döndüm, masanın öteki tarafındakine şöyle sert bir baktım. dedim ki.. Çok sinirlendirdiler beni ya... Öyle böyle değil... Bana bakın dedim.. Çok sert yaptım... Ben var ya beeen... Alayınıza... " muhabbetleri...

Daha ne kadar saplayacaksınız?

Delik deşik olduk.