Altmış dördüncü Hükümet kabinesi kuruldu ya da özcesi Saray, Divan-ı Hümayun’unu kurdu.

Öncelikle kurulan kabinenin, çeşitli küresel platformları ve sermaye fraksiyonlarını yumuşatmak adına 1 Kasım seçimleri sonrası verilen “reformcu”, “neoliberal dönüşümlere uyumlu” gibi vaatlerin de gerisine düştüğü, bu eğilimlere hitap edecek bir vitrin görünümünden uzak olduğu ortada.

İlahiyat mezunu Kültür ve Turizm Bakanı, kadını “börek yapma becerisine” göre toplumda konumlayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, ‘Annelerin annelik dışında bir kariyeri merkeze almamaları gerekir’ diye söze başlayan “Her yıl yaklaşık 1 milyon 150 bin bebeğimiz doğuyor. Bu, ülkemizin büyük bir zenginliğidir” derken gözleri ışıldayan bir Sağlık Bakanı…

Ve de özelleştirmeler, TOKİ ihaleleri, enerji, telekomünikasyon, finans, tekstil, inşaat medya ve daha birçok alana uzanan kollarıyla AKP iktidarı döneminin en hızlı yükselen gruplarından biri olarak Çalık’ın tekstil bölümünden genel müdürlüğüne oradan da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na getirilen damat Albayrak… Bana hükümet kabineni söyle sana kim olduğunu söyleyeyim misali…

•••

Kabinenin kurulması öncesi ve sonrasında en fazla gündemde yer alan isim Ali Babacan oldu. Bunun ilk nedeni ekonomi koltuğuna oturacak kişinin her daim diğer isimlere kıyasla gündemde daha ayrıcalıklı bir yere sahip olması.

Bu ayrıcalığın, İslamcı-muhafazakâr eksende ekonomide giderek yüzünü Batı’dan Ortadoğu ve Körfez ülkelerine dönen AKP’nin, küresel entegrasyona uyumlu neoliberal sınırların ve onun gerektirdiği kapitalist hukuk düzeninin ne derece uzağına düşeceği konusuyla da yakından ilgisi var. İktidar bloğundan, rant pazarından, ihale düzeneğinden dışlanan yüzü nispeten daha Batı’ya dönük olan sermaye fraksiyonları ve küresel aktörler açısından bir eğilimi ifade ediyor.

En son Erdoğan-Babacan arasındaki “faiz” meselesi üzerinden MB özerkliği konusundaki tartışmayla gündeme gelen kurumsal anlamda ekonomi ve siyaset arasındaki ayrımın ortadan kalkması, esasında sermaye açısından tam anlamıyla bir “istikrarsızlık” yaratıyor. İstikrar üzerine kurulmuş seçim propagandalarının tam da aksine, Saray’ın iki dudağı arasına sıkışmış belirsiz/kontrolsüz bir ekonomi yönetimi, esasında siyasetin kasasına dönüşmüş durumda.

Ali Babacan’ın Abdullah Gül ekibine yakınlığı malum. Fakat AKP kadroları arasında Derviş çizgisine en yakın isimlerden biri olması, Babacan’ın gidişiyle bir dönemin kapandığını gösteriyor.

•••
Peki yeni kabinenin önünde nasıl bir ekonomik tablo ve ajanda var?

Öncelikle AKP’nin savaş konjonktürü üzerinden ülke içinde ve Bölgede pozisyonunu güçlendirme arayışı sürüyor. Suriye’deki cihatçı çetelere operasyon düzenleyen Rusya’ya ait uçağın düşürülmesi eşliğinde AKP’nin ülkeyi hızlı adımlarla çapı genişleyen bölgesel savaşın içine sürüklemesi, ülkenin en son Paris’te olmak üzere dünyanın köşe bucağına savaşı taşıyan IŞİD’in yatağı haline gelmesi ve bu durumun IŞİD’i karşısında bulan tüm dünya vatandaşları tarafından bilinmesi, Türkiye’yi sadece dış politikada değil ekonomide de yalnızlaştırıyor. Oysa dışa bağımlı yapısıyla ekonominin en ufak bir yalnızlaşmaya tahammülü yok. Kaynak akışı kesildiğinde AKP siyasetinin de geçerliliği söz konusu olmayacak. Dolayısıyla sadece ekonomi yönetimine değil, sağlıktan enerjiye, aile ve sosyal güvenlikten çalışma bakanlığına dek tüm kabineye önemli görevler düşüyor.

Ne gibi görevler dersek,

Liman, otoyol, santral, köprü, elde kalan KİT’ler in hızlıca özelleştirilmesi bu görevlerden biri. 1986-2002 döneminde elde edilen toplamda 8 milyar dolar özelleştirme hasılatını 2003-2015 döneminde 61,8 milyar dolara çıkaran AKP’nin bir yıl içerisinde 11 milyar dolara yakın özelleştirme hedefi var. Ranta açılacak kamusal alanlar, meralar, tarihi mekanlar hazırda bekliyor.

Yandaş sermayeye, tarikata bağlı vakıflara, dış politikayla pekiştirilmiş yeni partner ülkeler için oluşturulacak kamu ihaleleri bekliyor… Dağıtılacak enerji lisansları, medya patronlukları, maden, inşaat, havaalanı… Kabineye çok iş düşüyor, hem siyaseti besleyen kanalları hem de kasayı dolduracaklar kolay iş değil.