Tarihin büyüleyici uygarlıklarından birinin arka planında yer alan aşk, ihanet ve kefaretin destansı şekilde anlatıldığı bu kurgu, Clavell’in romanında olduğu gibi zaman üstülüğünü koruyarak yeni bir jenerasyona daha başarıyla aktarılmış.

‘Shōgun’ ile feodal Japonya’ya yolculuk
Fotoğraf: IMDb

 

Epik ve ilham verici melodram izlemeyi özlemiştik. Muhteşem gerilim yazarı James Clavell'ın aynı isimli meşhur romanından uyarlanan “Shōgun” dizisini bu sebeple çok sevdim. Feodal Japonya'nın kalbine yapılan destansı bu yolculuğun özellikle tarihi kurgu hayranlarını çok memnun edeceğini düşünüyorum. Romanın özgün bir uyarlaması olan, Disney+’da yayınlanan FX dizisi “Shōgun”, 1600’lerde yüzyılı belirleyen bir iç savaşın şafağında Japonya'da geçiyor. Bu dizide; bir balıkçı köyünde karaya oturmuş bir Avrupa gemisinin İngiliz dümencisi John Blackthorne ve düşmanları kendisine karşı birleşirken hayatı uğruna savaş veren Yoshii Toranaga ve itibarını yitirmiş bir soyun sonuncusu olan çevirmenleri Toda Mariko’nun kaderlerinin ayrılmaz bir şekilde bağlandığı bir hikâye anlatılıyor.

DOĞU-BATI ETKİLEŞİMİ

“Shogun"un tarihsel gerçeklere tam olarak uygun olmadığını iddia etmek, romanın ana karakterleri ve bazı olayların gerçek tarihi figürler ve olaylarla uyuşmazlık gösterdiğini fark etmek olası. Eğer ki "Shogun" tarihi bir eser olmaktan ziyade, edebi bir eser olarak değerlendirilirse, gerçeklikle kurgu arasında bir denge bulunabilir ve daha önemlisi hikâyesinden keyif alınabilir. Kaldı ki Clavell'ın eseri kurgusal bir roman ve hikâye anlatımı amacıyla bazı tarihi gerçeklerin değiştirilmesi anlaşılır bir durum. Romanın batılı bir yazar tarafından kaleme alınmış olmasının batı merkezli bir bakış açısının esere yansıtıldığı ve bu durumun Japon kültürünü ve tarihi olaylarını batı standartlarına göre filtrelemiş olabileceğinden endişe edenlerinize şunu söylemeliyim, dizinin yarısının Japonlardan oluştuğu yaratıcı ve yürütücü ekibinin içerisinde uzman Japon tarihçiler de yer aldı. Ve zaten bu yeni dizinin en büyük başarılarından biri, Clavell'in romanındaki batılı bakış açısının ötesine geçerek, Japon karakterlerine daha fazla derinlik kazandırması oldu. Batıdan bakılan bir hikâyeden ziyade, dizide Japon karakterlerin kendi hikâyelerini anlatmaları, izleyicilere daha zengin ve dengeli bir perspektif sunuyor. Her iki tarafın da birbirine hem şaşkınlıkla bakması hem de birbirlerine hayran olması, eserin özünde yer alan doğu-batı etkileşiminin inceliklerini daha da gözler önüne sererken, herhangi bir ön yargının oluşma ihtimalini de bertaraf ediyor. Özellikle bu yeni diziyi, romanın 1980 yapımı televizyon dizisi uyarlamasıyla kıyaslayınca farklar ve farkındalıklar rahatlıkla gözüküyor. Hatırlarsınız veya duymuşsunuzdur, 1980 yapımı "Shogun" dizisi televizyonlarda yayınlandığı sırada çok ses getirmişti ve dönemin dünya politikası ile dizi arasında bağlantılar vardı. Çocukluğumda ailemin bu diziden bahsettiğini bile anımsıyorum. "Shogun" dizisi, batı (özellikle İngilizler) ile Japonlar arasındaki kültürel etkileşimi ele alsa da 1980'lerde küreselleşme ve kültürel etkileşimin arttığı bir dönemde yayınlanınca herkesin çok ilgisini çekmişti. Japonya'nın batılı emperyal güçlerle olan ilişkilerini de yansıtan dizi yayınlandığı dönemde tartışma konusu olmuş ve uluslararası politika gündeminin bir parçası dahi olmuştu. Dönemin dünya politikasının etkisi altında çekilmiş olan "Shogun" dizisi, Soğuk Savaş'ın gölgesindeki uluslararası ilişkiler, Asya-Pasifik bölgesindeki jeopolitik dinamikler ve kültürel etkileşim gibi konular aslında dizinin ana teması ve arka planını oluşturuyordu.

BUGÜNÜN SHOGUN’U

James Clavell'in romanının ustalık dolu anlatımındaki canlılık hissinin korunup, bugünün hassasiyetleriyle yeniden yorumlanan hikâyesinde başkahraman John Blackthorne'un Japonya kıyılarına adım attığı andan itibaren izleyicisini siyasi entrikalar, kültürel çatışmalar ve kişisel hırslarla dolu bir kasırganın içine sürüklüyor. Dizide, detaylara gösterilen özen, 17. yüzyıl Japonya'sının aydınlatıcı olduğu kadar büyüleyici de olan incelikli portresini gayet başarıyla çiziyor. Kendimi dizi boyunca tasvir edilen zengin karakterler, kültürel çatışmalar dokusuna tamamen kaptırdım diyebilirim. “Shogun” dizisindeki karakterlerin her birinin motivasyonları, kusurları ve karmaşıklıkları zekice hazırlanmıştı. Lord Toranaga’dan Mariko'ya kadar her karakter kendisini canlı ve dinamik hissettiriyor, eylemleri ve ilişkileriyle anlatıyı sürekli ileriye taşıyorlardı. Blackthorne’un, samuray onuru, siyasi manevralar ve yasak aşkın tehlikeli sularında gezinirken, dışarıdan içeriye olan yolculuğu ise özellikle ilgi çekiciydi. Dizinin en güçlü yanlarından birinin, tarihsel doğruluk ile dramatik hikâye anlatımını dengeleme becerisi olduğunu söyleyebilirim. Anlatıyı gerilimli tutmak uğruna bazı gerçeklikler yontulmuş olsa da, Japon kültürü, gelenekleri ve toplumsal normlarının genel tasviri olarak saygılı yaklaşım bölümlerde korunmuştu. Kültürel alışveriş ve emperyalizmin karmaşıklıklarını keşfetmekten çekinmeyen ve tarihin o çalkantılı döneminde doğu-batı ilişkilerinin incelikli tasvirini sunmaya gayret eden dizinin, bugüne yakışır iyi bir uyarlama olduğunu ve de romanın ruhuna büyük ölçüde sadık kaldığını düşünüyorum. Karmaşık olay örgüsünün ve aksiyon sahnelerindeki geriliminin gerisindeki dinginlikle insanın içine işleyen yemyeşil Japonya coğrafyası ile nefes almamızı sağlayan mizansenin tüm unsurları harikaydı. Oyuncuların karakterlerine hayat veren performansları çok başarılı, dizinin prodüksiyonu ve SFX ileri seviyedeydi… Tarihin en büyüleyici uygarlıklarından birinin arka planında yer alan aşk, ihanet ve kefaretin destansı şekilde anlatıldığı bu tarihi kurgu, Clavell’in romanının sayfalarında olduğu gibi zaman üstülüğünü koruyarak yeni bir jenerasyona daha başarıyla aktarılmış. Bu onur ve hırs hikâyesinin nesillerce aktarılmaya devam edeceği de kesin. Tarihe, kültüre ya da iyi bir hikâyeye tutkusu olan seyirciye tavsiye edilir.