Genellikle üniversitelerde, bazı akıllı eğitimcilerin tercih ettikleri bir teknik vardır. Sınavları, daha önce öğrettikleri bilgileri sorup “bileni geçirip, bilemeyeni o dersten bırakmak” yoluyla değil de, “Soruları cevapları ile birlikte verip, yani cevap kaynaklarını da açık olarak kullanmalarını sağlayıp” ikinci bir kez “öğretme yoluyla” eğitirler öğrenciyi.

Ben de yıllar önce sadece 4 dönem de olsa bir üniversitenin gazetecilik bölümünde konuk öğretim görevlisi sıfatıyla ders verirken, bu yöntemi uygulardım. Zaten akademisyen olmadığım için, belki de en uygunu buydu. Çocuklara, derslerde anlattığım şeyleri “Hatırlayamayan çakar... Hatırlayan geçer” şeklinde değil. “Bir kez daha hatırlatıp, cevaplarını da açık notlardan veya kitaptan yazabilecekleri” tarzda yapardım sınavları.

Hayatın kendisi maalesef bu kadar adil davranmıyor insanlara. Acı sınavlar, “geçmişten ders almayanı, öğrenmeyeni fena halde çaktırıyor...

Kişilerin veya toplumların, ülkelerin başına gelen pek çok musibet de, bu yüzden olması gerekenden daha büyük bir yıkıma yol açabiliyor.

Söz gelimi, Ortadoğu’da bugün olup bitenler, on yıllardır bütün ilgili tarafların, birbirini izleyen her sınavdan “çaktıkları” bir pratiğin kronolojik dökümü niteliğindedir. Zira, bu bölgenin halkları, başlarına gelenin, “Neden, kimden, hangi hatalar ve hangi yanlış tercinler nedeniyle” geldiğini öğrenmek istememekte, dönüp dönüp aynı yanlışı yaparak, “bu kez doğruyu bulacaklarına” inanmaktadır.

Olaylara ve dünyanın tamamına anti – laik “Dini perspektiften” yani “Kendi dininin en iyi, en yüce, en kutsal, en hatasız din” olduğu düşüncesi ile bakan yöneticiler ve bunların iktidarda olduğu devletler, emperyalizmin bile bile, göz göre göre, adeta “kanlı bir iğne oyası gibi” işlediği düşmanlıkları ve baskıyı sürdürmek için bunu fevkalade kurnazca istismar ettiklerinin farkına varamazlar.

Aralarında Türkiye ve İsrail’in de bulunduğu devletler, meseleyi “Hilal – Davut Yıldızı” çatışması gibi görmeyi tercih ettikleri için, örneğin Türkiye’yi bugün yöneten siyasi kafa “Ümmet gözlüğü” ile baktığı kitleye liderlik etmenin derdinde olduğu için asla sağlıklı bir ilişki kuramazlar. Yine aynı kafalar, bir yandan kendi halklarını “ötekini ortadan kaldırmak, dünyadan silmek, hayat hakkını sıfırlamak üzerine” şartlandırırken, bir yandan da “aynı emperyalist tarafından yönlendirildiklerini ve dökülen kanın, aslında o merkezin umurunda bile olmadığını” kavramaz ve halklarına anlatmazlar.

İşte, Ortadoğu’da 7 Ekim’den bu yana belki de her geçen yeni dakika düzinelerle insanın hayatlarını yitirmesine yol açan katliam ve mezalimlerin, özelde de Haydut Devlet İsrail’in akıttığı kanların durdurulabilmesinin yolu da bunu kavrayabilmekten ve olanlardan ders çıkarmaktan geçer.

Sınavla iç içe bir ders...

ABD Başkanı Joseph Biden, Tel Aviv’de Çarşamba günü yaptığı konuşmada, “Kayıtsız ve koşulsuz İsrailli dostlarının yanında yer alacağını, eğer İsrail kurulmamış olsaydı bile, bugün kurmak gerektiğini” söylerken, aslında bu yanlış tercihin kanlı sonuçlarının yani on yıllardır yüzbinlerce insanın hayatına mal olan bu vahşi sarmalın devamı için çalıştığını itiraf ediyordu.

ABD adı verilen “Vahşi ve küstah kovboy”un, kurup yönlendirip semirttiği Ortadoğu’nun haydut terör devleti İsrail ve yine aynı Vahşi Kovboy’un özellikle yine aynı bölgede kurup besleyip semirttiği ve birilerine taşeron olarak saldırttığı terör teşkilatlarına iyi bakmak lazım. Bunların peşinden gidenlerin ya da “Bizim dinimizden ya da ırkımızdan ne yaparsa haklıdırlar” diyenlerin de akıllarını başlarına toplamak lazımdır.

7 Ekim günü şok bir saldırı ile sadece İsrail’e ve İsrail’in askeri gücüne ve “yıkılmaz sanılan duvarına” değil, aynı zamanda dünyanın en mazlum ve en mağdur halkı sayılabilecek Filistin halkının davasına da zarar verdiğini anlamayan Hamas, bunun bir örneğidir. 17 Ekim gecesi, Gazze’de El Ehli Hastanesi’ni vururken, dünyaya “Nasıl olsa 1000 Filistinli’nin canı, 1 tek İsrailli canından değersizdir” gibi vahşi ve çağdışı bir denklem çerçevesinde bakan faşist Netanyahu rejimi de aynı düzlemde, aynı sınavın “hep çakmaya mahkum” aktörleri arasındadır.

Bölge ülkeleri yönetimlerinin hemen hepsi, ya Vahşi Kovboy’a üsler vermiş, kapitülasyonlar vermiş, dümen suyunda seyretmeyi marifet sayarak bir dediğini iki etmeyen, “ruhunu satmış” rejimlerce yönetilmektedir. Zaman zaman bölgede akan “Kanın dozajı” artttıkça, “Barıştan, itidalden aklıselimden yana, emperyalist efendiye kafa tutar” rolleri oynasalar da, aslında “Kuklacının iplerine asılı” kalmaktan hiç de şikayetleri yoktur.

Geçen gün bu yönetici tiplemesinin, tiksinti verici bir örneklerinden bir tanesi, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı verilen ve aslında “Emperyalist Klasikler Dizisi”nin çağdaş romanlarından birinde “yardımcı oyuncu” rolünden geçmişte ziyadesiyle gurur duyduğunu unutarak, “Bugünküleri İsrail’e karşı yumuşak davranmakla” suçluyordu. Zavallım, o “üzerinden kan damlayan kitabın muharrirlerinden” biri ile “Çaaak!...” (take five mı diyorlar?) yaparken fotoğrafını gizli bir gururla sakladığı albümden çıkarıp bir baksa, belki kendisini bu kadar rezil etmeyecekti.

İzlediğimiz, doğrudan ya da dolaylı mağdur olduğumuz ve kimi zaman da bizzat bedel ödediğimiz sınavlardan, öğrene öğrene ilerlesek, bunlar başımıza gelmeyecekti. Geç de olsa bir yerden başlamak gerekiyor.