Kendini terk edip başka mühimliklere odaklanıp tekrar kendine dönmeni sağlayacak bu haftalık reçete: Aki Kaurismäki, David Lowery, Pablo Larraín, Asghar Farhadi, Stephen Fears

Sinema Reçetesi: Gül, geril, şaşır, düşün

Mülteci sorununda Batı’nın öteki yüzünü gösteren Aki Kaurismäki filmografisi bir hazine sandığı sunmakta, bence bu sandığı açın, David Lowery ise itidalli, derin ve sakin filmleriyle duygu çemberinizi genişletecek bir yönetmen kaçırmayın, ahlaki belirsizliğin ustası Pablo Larraín ile zihninizi açın, insan tabiatının mercek altında tutan Asghar Farhadi’nin gösterdikleri ile büyülenin, elindeki materyale vakur bir zeka ile yaklaşma ustası Stephen Fears’in filmiyle sonunda kahkahayı basın.

TOLVON TUOLLA PUOLEN

Biliyorsunuz mülteci meselesi sinir bozucu bir şekilde yönetmenlerin deneme yanılma tahtası şeklinde ele aldığı konulardan. Sebebi basit, kötü bir sinema bile ortaya koysanız konu halihazırda seyirciyi zaten derinden etkilediği için kimse filmlere kayıtsız kalamıyor. Bu da, bu konuda ödül avına çıkmış çok kötü filmler izlememize sebebiyet veriyor. Ama Aki Kaurismäki bambaşka. Yönetmenin Toivon tuolla puolen (The Other Side of Hope) filmi meseleye Batı’dan nasıl bakıldığını en iyi anlatan film. Filmin hiciv gücü öyle yüksek ki bir yerlerinizi acıtabiliyor. Halep’ten Helsinki’ye göçen Halid’in hikayesini anlatan yönetmen, bu filmiyle Batı’nın öteki yüzünü göstererek “Mülteci sorunu Avrupa’nın en büyük utancı” diyor. Tipik, klasik sahne anlatısı olmayan, farklı bir set anlayışı olan Kaurismäki’nin filmlerinde ayrıca Victor de Sica, Frank Capra’da olduğu gibi bireyin toplum ile karşı karşıya gelmesinin benzersiz bir yansıması da vardır. Bu özellikler yönetmenin diğer filmlerinde daha net gözlemlenmekte. Kaurismäki filmografisi bir hazine sandığı sunmakta, bence bu sandığı açın.

sinema-recetesi-gul-geril-saril-dusun-714667-1.

A GHOST STORY VE AIN'T THEM BODIES SAINTS

Benim en sevdiklerim listesinde asla yerini kaybetmeyecek olan ve düşündüğümde beni hala kurduğu atmosferin içine çeken eşsiz bir film A Ghost Story. Sinemanın hipnotize etme gücünü bir çarşaf ile kanıtlamakta. Bu film benim için çok özel o yüzden benim için anlatılamaz filmlerden. O yüzden en sevdiğim yönetmenlerden olan David Lowery’nin bu filmden önce çektiği 2013 yapımı Ain’t Them Bodies Saints filiminden bahsedeyim en iyisi. Film adeta, chiaroscuro tekniği ile hareket eden bir Caravaggio tablosu gibi. Westernimsi, zamansız ama bir o kadar tanıdık. Görüntünün ahenkli akışı, yumuşak ışık huzmeleri ile bütünleşen oyuncuların sakin ve itidalli hareketleri ile bir yandan Terrence Malick sinemasını anımsatırken yaratılan gergin bekleyiş ve belirsizlikten kaynaklı endişe ile yönetmen David Lowery bence ilk imzasını bu filmle atıyor. Hayatın sürekli dönüşen bir şey olduğunu ve sevme eyleminin bazen geri dönmememeyi gerektirdiğini bu film bize gösteriyor.

sinema-recetesi-gul-geril-saril-dusun-714668-1.

NERUDA

Biyografik olsun ama kural yıkıcı bir yönetmen, elinde ne varsa şahsına münhasır, bu filmde ortaya koymuş olsun diyorsanız Neruda filmi tek seçim. Filmde şair Neruda’nın tatlı edepsiz hedonist yaşamı ile devrimci senatör Neruda’nın komünist yaşamı, Apollonian ve Dionysian ikili karşıtlığının bütünleşmiş bir portresi olarak karşımıza çıkıyor. Nerudavari bir dünyada Jorge Luis Borges tarzı üst kurmaca fikri taşıyan film eğlenceli olsa da ciddiyetini hiç bozmuyor. Şilili yönetmen Pablo Larraín, filmindeki özgün hamleleri ile beni adeta mest etti. Yenilikçi ve özgün genç yönetmen Larraín ahlaki belirsizliğin ustalarından. Yönetmenin askeri diktatörlük döneminde geçen filmi Tony Manero ile Katolik Kilise ve ülkenin politik yapısını sert dille deştiği The Club filmi bu ustalığın belirgin örneklerinden. Jackie Kennedy’nin biyografisi olan Jackie filminde de yönetmen kendine özgü stilini konuşturarak Hollywood’un homojen biyografik film yapısı dışına çıkmıştı. Neruda filmi tam biyografik bir film değil. Şilili, Nobel ödüllü ünlü şair Neruda’nın hayatının kısa bir dönemine denk düşen hayali bir yorum, bir fantezi.

sinema-recetesi-gul-geril-saril-dusun-714674-1.

THE SALESMAN

Uzak coğrafyadan olsun, sınıf, cinsiyet, mülk ve hukuk kavramlarını içinde barındıran sosyolojik belge gibi bir film olsun diyorsanız Asghar Farhadi’nin bu filmini deneyin derim. İnsan tabiatının mercek altında tutan yönetmen bu filminde, olaylardan ziyade olayların sonuçlarının bireyler üzerindeki etkileri ile daha çok ilgilenmiş. Yaşanan trajedilerin kendilerinden ziyade bu trajediler sonrasında kadın ve erkeklerin, aile ilişkilerinin, karı kocaların ilişkilerinin nasıl sarsıldığını, bireylerin derinden yara alışlarını kendi coğrafyasını aşarak incelemiş. Farhadi’nin yaratım sürecinde spesifik bir durumdan bir andan yola çıkarak genişleyen hikayeye doğru ilerlediğini ve finallerinin birden çok anlamlı yani muğlak nihayetlendirdiğini söyleyebiliriz. Bu filmdeki son da aslında birden çok yeni başlangıcı göstermekte. Hikayenin bundan sonra nasıl ilerleyeceğini seyirciye bir kez daha merak ettirmekte..

sinema-recetesi-gul-geril-saril-dusun-714670-1.

FLORENCE

Gülmeyi hatırlamak istiyorsanız kulaklarınızı kahkahadan patlatacak olan bu dramediyi mutlaka izleyin. Tamam belki biraz abarttım ama gülmeye ayarlanmış bir şekilde bu filmi izlemeye başlarsanız gülmeyi unuttuğunuzu fark edeceksiniz. Gerçek hikayesi ile halk arasında kötü bir şakaya ve kaba bir karikatüre dönmüş olan Florence karakterini, izlemesi keyifli, çok yönlü sıcak bir portreye çevirmeyi başaran yönetmen Stephen Fears’in zaten en önemli özelliği yöntem olarak elindeki materyale vakur bir zeka ile yaklaşması ve onu ince bir şekilde ele alarak kalıcı portreler ortaya çıkarması. Bu özelliğini The Queen, Philomena isimli filmlerinde de görmek mümkün. Yönetmen bu filminde de bu yöntemi uyguluyor ve gerçek hikayesi ile halk arasında kötü bir şakaya ve kaba bir karikatüre dönmüş olan Florence karakterini, izlemesi keyifli çok yönlü sıcak bir portreye çeviriyor. Filmi en üst kulvara taşıyan diğer unsur ise oyunculuklar. Ancak zirveye bayrak diken ise bir kez daha Meryl Streep.

sinema-recetesi-gul-geril-saril-dusun-714669-1.